Ölüm üzerine yazılar şiirler

 Ölüm üzerine çok yazılar yazılmış, sözler söylenmiş ve şiirler, nağmeler, hikayeler anlatılarak ölümün soğuk yüzü dile getirilmiştir. Şairler şiirlerinde, bilge kişiler sözlerinde ölümü ayrı ayrı tarif etmişlerdir. Rahmetli Yahya Kemal: "Ölüm asude bir bahar imiş her rind'e." Diyerek işin içinden çıkmış ve bir noktada ölümün güzel yüzüne ışık tutmuştur. Bu arada meşhur divan edebiyatı şairlerinden Baki ölümden olmasa da öldükten sonraki halini ve toplumun ortaya koyacağı tavri dile getirirken: "Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki,/Durup el bağlayacak, önünde yaran saf saf." Beytiyle, sağlığından kıymetini bilmeyenlerin, öldükten sonra cenaze namazını kıldıklarında önünde el pençe divan duracaklarını ve ancak o zaman değerini bileceklerini gayet veciz cümlelerle ifade etmiştir.
  

  Türk edebiyatında gelmiş, geçmiş şairler içinde ileri saflarda olan Necip Fazıl Kısakürek ölümü hatırlatan bir şiirinde: "Ne hasta bekler sabahı,/ Nede genç ölüyü mezar,/ Ne bir şeytan bir günahı,/ Seni beklediğim kadar./ Geçti istemem gelmeni,/ Yokluğunda buldum seni,/ Bırak vehmimde gölgeni,/ Gelme artık, neye yarar." Dedikten sonra ayrı bir beytinde öldüğünde ne yapılması gerektiği hususunda adeta vasiyette bulunuyor ve "İstemem bulunmasın çelengim top arabam,/ Beni alıp götürsün, tam dört inanmış adam." beytiyle de inanmış adamın önemini, erdemliğini dile getiriyordu. Ben üstadın bu her okuyuşumda dönüp çevreme bakmış ve "İnanmış adam" özlemi içimde duyarak bu şairler üstadını rahmetle anmışımdır.
   

  Rahmetli Şair Molla Bozo bir şiirinde ölümü bakın nasıl anlatıyor: "Öllem cenazem soyarlar,/ Bir dar mezara koyarlar,/ Siyah toprağa boyarlar,/ Çürütecek viran seni./ orda kim getirir tabi,/ Kabir verecek azabı,/ Hak gönderdi dört kitabı,/ Kabul ettim Kur'an seni."
    

Gençlik yıllarımda ben de bir şiir yazmıştım ölüm üstüne ve o yıllarda şunları söylüyordum bir hastalık anında: "Hasta gönlüm çırpınıyor, ateş içinde,/ Gel diye çağırıyor beni ölüm meleği,/ Ayrılık gerçi çok zor dosttan, akrandan,/ Neyliyim gelen gidecektir günün birinde./ Ölmek ne güzel şey, bilhassa genç yaşta,/ Tabutun elleri üzerinde birkaç arkadaşın/ Ve dünya gamından azade olsa başın,/ Sevdiklerin ardın sıra, için, için ağlasa." O zaman o yaşta ölümün özlemini duyan ve hasta yatağından kalkamayacağını zannederek kendini Azrail'in kollarına bırakan ben, aradan yarım asrı aşkın bir zaman geçtiği halde ayaktayım. Ama benden en az beş yaş küçük kardeşim bundan 25 yıl önce ebedi aleme göç ederek. Mevlasına kavuştu. Demek ki ölmek ve bu dünyadan göçmek kişinin isteği ile olmuyor. Ancak bir irade sahibinin bu yolda karar vermesine bağlıdır kişinin ölümü.
     

Hazreti Mevlana ölümü bir dosta, sevgiliye kavuşma olarak görüyordu. Ölümü yeniden doğuş olarak gören Mevlana: " Öldüğümüzde bizim kabrimizi yerde aramayın, bizim kabrimiz ariflerin gönüllerindendir." diyordu.
    

  Halkımız tarafından da ölüm için çok şeyler söylenmiştir. Hele kişinin vatanından uzak, eşten dosttan, akrabadan ayrı bir yerdeyken ölmesi tüm halk ozanlarının yüreklerinde bir köz olarak kalmış ve onları yakmıştır. Yunus Emre : "Bir garib öldü diyeler,/ Üç günden sonra duyalar,/ Soğuk su ili yuyalar,/ Şöyle garip bencileyin." dörtlüğü ile gurbette ölmenin ne kadar yürek paralayıcı bir durum olduğunu bir çırpıda gözler önüne sermiştir. Hele halk içinde biteviye söylenen: "Garibim bu vatanda,/ Garip kuşlar ötende,/ Gariplik çok kötüdür,/ Baş yastığa yetendi./ Ben garib eşim garib,/ Eşim yoldaşım garib,/ Öldüğüme gam yemem,/ Mezar taşım garib." türküsü gurbette ölmenin, garib ve kimsesiz olarak kabre konmanın ve kabire konuştan sonra bir daha sorulmamanın, konduğu kabrin başına kimselerin bir daha uğramamasının ne kadar hazin bir şey olduğunu en beliğ bir ifadesidir. Azeri Türk halk edebiyatına yerleşmiş ve gurbet elde ölmenin hazin tablosunu bir dörtlükte ortaya koyan şu sözlere bakınız "Azizim hazan ağlar,/ Od vurur hazan ağlar,/ Gurbet elde ölenin,/ Kabrini kazan ağlar." Yine Van'a özgü: "Giderem Van'a doğru" türküsünün son kıtasına bakınız: "Gel gidek belesine ,/ Garipler mehlesıne,/ Orda bir garib ölmüş,/ Kimse gitmez yasına." sözleri on iki kelime ile neler anlatmıyor ki.

   Ölümü en doğru, en güzel, en gerçek manada anlatan ve anlatış tarzı ruhlarımızı şad eden elbette ki Bediüzzaman Hazretleridir. Yüce Kitabımız Kur'an'da mevcut bu yöndeki ayetleri en doğru ve en beliğ tarzda yorumlayıp asrın idrakine sunan zatlardan biri de elbette ki, büyük alim ve müceddid Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir. Üstad Hazretlerinin Lem'alar adlı eserinden aldığım bir veciz cümle benim tam 45-50 yıllık virdim olmuştur. Bu cümle tarafımca çerçevelenmiştir ve başımın üzerinde asılıdır. Bazı ahmaklar ve zavallı kişiler İstanbul Karaca Ahmet Mezarlığının kapısındaki "Küllü nefsin zaikatül mevt." Ayetinin: "Her nefis ölümü tadacaktır." Mealine tahammül edemezler iken ben Üstad Hazretlerinin Kur'an'dan aldığı: "Ey insan, düşün ki ala küllühal öleceksin. Gözlerini kapamakla seni burada durduramazlar. Sevkiyat var." Sözünü her gün defaatla okumaktayım. Bu söz beni korkutmamakla, üstelik ahirete hazırlık babında insanlara faydalı olma yolunda beni teşvik etmekte, ruhumu kamçılamaktadır. Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinden ve ifadelerinden mülhem olarak hazırlanan kısa metrajlı bir film hiç unutmam o zaman komünist bir yönetimin hakim olduğu Polonya'da yapılan bir yarışmada birincilik ödülünü almış idi. Komünist bir rejimde jurinin bu filme verdiği birincilik ödülünün gerekçesi "Ölümü en güzel anlatan film" olarak ortaya konmuş idi.


      İsterseniz bu günkü yazımı burada noktalayıp, Üstad Hazretleri'nin ölümü en güzel anlatan ifadelerine yarınki yazımızla devam edelim.


      Not: Kardeşim Cevdet Bozkurt'un ani ölümü üzerine yazılarıma bir müddet ara vermek zorunda kaldım. Bu arada gerek telefonla beni arayan ve gerekse bizzat evime gelerek baş sağlığı dileyen tüm ihvanlarıma şükranlarımı arz ederim. Allan onlardan razı olsun. Yalnız şunu da ifade edelim ki: "İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun - Hepimiz Allah'tan geldik, dönüş yine onadır. - Sadakallahül Azim."


      Dünkü yazımızda Kur'an'ın yeniden ele alıp asrın idrakine sunuşuyla ölümü de en beliğ tarzda anlatanın Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri olduğunu ifade etmiştik.


      Bakınız yıllardır okuduğumuz bir çok eserde daima ölen kişinin uğrayacağı, işkence ve yiyeceği sopalardan bahsedilmekte ve ölümün dehşetangiz durumu gözler önüne serilmektedir. Oysaki Üstad Hazretleri Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde daha başlangıç için ne söylüyor:


      "İ'lem eyyüh-el -aziz Kabir Alem-i ahirete  açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Seninde onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip, onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet; vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lazımdır. Yoksa onlar istikrar ile ikrah edeceklerdir. Eğer İmam-ı Rabbani. Ahmed-i Faruki bu gün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku bulsa bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de AHMED, Tevrat'ta AHİD, Kur'an da MUHAMMED ismiyle müsemma iki cihan güneşi kabrin arka tarafında milyonlarca Faruk-i Ahmed'ler ile muhat olarak sakindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz. Geri kalmak hatadır. Şu esasata dikkat lazımdır:
Allaha abd olana her şey  musahhardır. Olmayana her şey düşmandır.
Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.


Mülk Allah'ındır. Sende emaneten duruyor. Bu emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek; sende kalırsa, meccanen zail olur gider.


Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen zailsin. Dünya da zaildir. Halkın dünyası da  zaildir. Kainatın şu şekli hazırı da zaildir. Bunlar saniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar.
Ahirette  seni  kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme."

Dikkat ederseniz Üstad Hazretleri her şeyi birkaç cümle içinde ayan beyan ile gözler önüne sermektedir. Dünyanın fani olduğunu, insanoğlunun bu dünyaya misafir olarak geldiğini, bütün dost, ahbap ve sevgililerin misafirliklerini tamamlayıp vatanı aslilerine gittiklerini, bizimde bu misafirliğimizi bırakarak  o dost ve sevgililerin yanına gitmekte acele etmemiz, vatani aslimize gitmemiz gerektiğini ve orada o dost, akraba ve sevgililerle birlikte ebediyyen kalacağımızı, bu dünyanın  dağdağasından, zahmetinden, derdinden, kesavetinden, bu şekilde kurtulacağımızı anlatırken insanı her türlü korkudan da azade kılmaktadır.

  Geliniz bu kez Üstad Hazretlerinin Mektubat Adlı eserine müracaat edelim. Açalım      Yirminci Mektub'u ve hiç ama hiç yorum yapmadan giriş bölümünü, kişiyi bir anda mesud ve mesur edecek olan bölümü birlikte okuyalım:
   

   "Kat 'iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi İman-ı Billah'tır. Ve insaniyetin en ali mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, imanı-billah içindeki marifetullah 'tır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı ni'meti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için eh halis sürur ve kalbi insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniye dir. Evet, bütün saadet ve halis sürur ve şiirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahdadır. Onlar onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk'ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, ni'mete, envara, esrara; ya bil kuvve veya bilfiil mazhardır. O'nu hakiki tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz  şekavete, alama ve evhama manen ve maddeten müptela olur. Evet şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hamisiz bir surette; aciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı olsa kaç para eder. İşte bu avare nev'-i beşer içinde, bu perişan fani dünyada, insan sahibini tanımazsa, malikini bulmazsa ne kadar biçare,  sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, malikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşet gah dünya, bir tenezzüh gaha döner ve bir ticaret gah olur."     
   
        "İmanı elde eden ruhu beşer; manisiz, müdahalesiz, hailsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazain-i rahmet maliki ve defain-i saadet sahibi olan Cemil-i Zülcelal, Kadir-i Zülkemal'in huzuruna girip, hacatını arz edebilir. Ve rahmetini bulup, kudretine istinad ederek, kemal-i ferah ve süruru kazanabilir."
    

    Üstad Hazretleri Kur'an'dan neş'et eden, ölüm ile ilgili yorumuna devam ederken şunları söylemektedir: "Sizlere müjde! Mevt; (ölüm) idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkiraz değil, sönmek değil, frak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in' idam değil, belki bir Faili-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir. Bir tebdil-i Mekandır. Saadeti ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecma'ı olan alem-i berzaha bir visal kapısıdır."
    

    "Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, "Eyvah malımız harab olup, sa'yımız heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik" demeyiniz. Feryad edip me'yus olmayınız. Çünkü: Sizin her şey' iniz  muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükafatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zat'ı Zülcelal, sizi celb edip yer altında muvakkaten durdurur. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.
    

    "Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zülümata, nisyana, çürümeye dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğiniz tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücudu daimiye sevk olunuyorsunuz. Zülümata değil, alem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Malik-i Hakiki'nin tarafına gidiyorsunuz. Ve sultan-ı Ezeli'nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil gülerek giriniz."


        Bir bilge kişi demiş ki: "Ölüm güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber."
        "Ben seni alemlere rahmet olarak gönderdim. Sen olmasaydın, sen olmasaydın, bu kainatı yaratmazdım" diyerek peygamberini tebşir eden Kainat Sultanı, şayet ölüm güzel olmasa idi onu daha atmış üç yaşında ebedi aleme götürür müydü.
        Evet iman ediyoruz ki, götürmezdi.

 

 

YORUM EKLE

banner29