Ada sahillerinde bekliyorum - I

Geçmişten günümüze kadar gelen türküler, şarkılar ve hikâyelerini Van Postası okuyucuları için derlemeye devam ediyoruz.
Bugünün şarkılarına baktığımız zaman eskinin bu güzel ezgilerinin değerini daha iyi anlıyoruz. Peki, ne oluyor da bu onlarca yıl önce söylenen şarkılar hatırlanıyor da, daha bir sene önce söylenen şarkıları kimse hatırlamıyor? Nedenini ben söyleyeyim; eski şarkılardaki yaşanmışlık, gerçeklik…


Bu unutulmaz eski şarkılar aradan onlarca yıl geçse de insanın gönlünde aynı coşkuyu, aynı tadı bırakıyor. Bunun sebeplerinden biri de yakılan türkülerin amacının hissedilenleri kelimelere dökmek, gerçekten yanan yüreği sözlerle akıtmaktır.
Bugün ise piyasadaki şarkı sözü yazarlarının tek dertleri para kazanmak, günü kurtarmaktır. İşte biz de bir nebze olsun sizi bu kirlilikten kurtarmak için eskinin unutulmuş şarkılarını yeniden gün yüzüne çıkarmak için kolları sıvadık…


Bu hafta hikâyesini araştırdığım bir İstanbul türküsü olan "Ada Sahillerinde Bekliyorum"... Bugüne kadar birçok sarkıcının seslendirdiği "Ada Sahillerinde Bekliyorum" türküsü hicaz makamında muhteşem bir türküdür.
İstanbul ve Adalar denince hemen herkesin aklına bu türkü gelir. Bu şarkıyı kendi tarzında seslendirip akıllarda kalan sarkıcılar arasında; Ahmet Kaya, Candan Erçetin, Melahat Gülses ve Hamiyet Yüceses vardır. Özellikle Ahmet Kaya ve Hamiyet Yüceses söylediğinde başka bir türlü severek dinlemişizdir.

ADA SAHİLLERİNDE BEKLİYORUM
Ada sahillerinde bekliyorum
Her zaman yollarını gözlüyorum
Yârim seni seviyor istiyorum
Beni şâd et Şadiye'm başın için
Her zaman sen yalancı ben kani
Her zaman orta yerde bir mani
Her zaman sen uzakta ben müştak
Her telakide bir visali firak
Adalar'dan Moda'lara geçilir
Yâr elinden zehir olsa içilir
Bu dünyada başa gelen çekilir
Beni şâd et Şadiye'm başın için
Nerede o mis gibi leylaklar
Sararıp solmak üzre yapraklar
Bana mesken olunca topraklar
Beni şâd et Şadiye'm başın için

BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL
Ahmet Rasim Bey, yazar, şair, bestekâr yönleriyle sanat tarihimizin unutulmazları arasındadır. Ve tabii, tüm sanatçılar gibi, rindmeşrep yaşamayı seçmiş, bezm-i mey erbabı arasında hak ettiği yeri almıştır. Genellikle "şerefe" yapılan davetler onda "çak!" diye şekillenmiştir. Beste ya da güftesi ona ait şarkılarda bu "çak!" nidasına sıkça rastlayabilirsiniz.

Böyle bir sanatçının evli olduğunu duyanlar, her halde "vah!" diyecektir evdeki eşe… İşte bunun bir örneğini sizinle paylaşmak isterim:
Ahmet Rasim merhum, vakit öğleyi geçip de vakt-i kerahet yaklaşırken giyinir, kuşanır ve evden çıkmaya hazırlanırken evde yalnızlığını yaşayan eşi, belki de ilk kez olarak eşini ikaz etmek ister:
"Bu akşam gün batarken gel bari bey!"
Ahmet Rasim, ilk kez olan bu hale şaşkın, bir "hımmm!" çeker kapıyı örterken. Meyhane yolunda bir kez de kendi kendine tekrarlar bu sözü:


"Bu akşam gün batarken gel."
Şair damarı depreşir ve ardından ekler:
"Sakın geç kalma erken gel."
Birkaç adım sonra bir mısra daha dökülür şaşkın dilinden:
"Tahammül kalmadı artık"
Uzatmayalım, Meyhanenin kapısından girerken şiir tamamlanmıştır:

Bu akşam gün batarken gel
Aman geç kalma erken gel
Tahammül kalmadı artık
Sakın geç kalma erken gel

Cefa etme bana mâhım
Sonra tutar seni âhım
Üzme beni şivekârım
Sakın geç kalma erken gel.

Masada sabırsızlıkla bekleyen arkadaşlarına başından geçeni anlatır, bu akşam hanımının isteğine uygun olarak eve erken döneceğini, bu yüzden çok duygulandığını da belirtir.


İşin sonunda, o gecenin rekortmeni Ahmet Rasim Bey, erkenden, ama sabahın erken saatlerinde arkadaşlarının desteği ve gücüyle eve kadar getirilir. Kapı önüne bırakılır, Zil çalınıp acele kaçılır.
Kapıyı açan hanımefendi, sevgili eşini, eşiğe yığılmış, güleç bir çehre ile o gecenin mahsulü uşşak şarkıyı gevelerken bulur:
'Bu akşam gün batarken gel'