Ahlat efsaneleri

    Abdurrahman Gazinin Şehit Edilmesi

     İslamiyet’in yayılış yıllarında Hz. Halid komutasında İslam ordusu doğuya doğru sefere çıkmıştır. M. 638 yılında Diyarbakır feth edilmiştir. Diyarbakır üzerinden Ahlat’a doğru hareket etmişler. O zamanlarda dışarıdan Ahlat kalesine sandıklar içerisinde kumaşlar vb. malzemeler gelirmiş. Hz. Halid askerlerini sandıklar içerisine koymuş ve şehir kapısına gelmiş. Sormuşlar yükün nedir diye? Hz. Halid yüküm kurtlu kumaştır demiş.  Sandıkların içine bakmak istemişler, Hz. Halid karanlık olduğunu bu yüzden sabah olunca sandıkları açacağını söylemiştir. Ahlat’a giren Hz. Halid gece yarısı sandıkları açar ve İslam askerleri kalenin kritik noktalarını alırlar. Gün içerisinde de ufak çapta mücadelelerden sonra Ahlat kalesi İslam ordusunun eline geçer.Bu mücadelede Hz. Halid’in parmakları kopar. Parmakların Ahlat, Harabeşehir Halifelik mezarlığına defnedilmiştir.

      Ahlat kalesinin fethinden sonra, İslam ordusu Saçlı Baba mevkiinden (Tunus Mahallesi) şehre girmeye başladılar. Abdurrahman Gazi türbesinin olduğu yer o zaman kiliseymiş. Abdurrahman Gazi bayraktarmış. Abdurrahman Gazi kiliseye girmiş, kilisede saklanan bir keşiş, Abdurrahman Gazi’yi sırtından oklayarak şehit etmiştir.

İslam ordusu buradan Hıdarın Düzü denen mevkie gelmişler. Hıdar Baba Erkizan Beşliler mevkiinde şehit düşmüştür.

Hıdar Baba şehit olduktan sonra Mahmud Baba sancağı almış. Mahmud Baba’da Yamlar mevkiinde şehit düşmüştür. Türbesi Yamlar mevkiindedir. Mahmud baba’nın şehit edilişinden sonra sancağı Pir Yahya Baba teslim almıştır.

Böylece Ahlat tamamen İslam ordusunun eline geçti.İslam ordusu buradan Adilcevaz kalesine ilerledi ve kaleyi ele geçirdi. Hz. Ali İslam ordusunun içinde görev almaktaymış. Burada Hz. Ali’nin ayağına bir cisim batmış, Adilcevaz’da yaşayan bir Müslüman bu cismi dişleriyle çekerek Hz. Ali’nin ayağından çıkarmış. Hz. Ali bu Müslüman dan ne istediğini sormuş. Müslüman da kendisinin vergiden muaf tutulmasını istemiş. Hz. Ali’de o şahsa bir belge vererek onu ve ailesini vergiden muaf tutmuştur. Bu aile Tarhanoğlu ailesidir. Tarhanoğlu ailesi Osmanlı zamanında da vergiden muaf tutulmuşlardı. İslam ordusu buradan Van kalesine doğru hareket etmişlerdir ve Van kalesini almışlar. Van kalesinde şimdi katran kuyusu denilen yerde büyük bir ağaç varmış. İnanışa göre şeytan katran ağacı içine girermiş ve milleti galeyana getirirmiş. Galeyana gelen halk o ağaca taparmış. Hz Ali katran ağacını kılıcı Zülfikar ile kesmiş. Van halkı, hala oraya katran kuyusu derler. Yakın zamana kadar o kuyudan katran çıkarmış. Günümüzde ise katran kuyusu güvenlik nedeni ile kapatılmıştır. İslam ordusu Van kalesini aldıktan sonra Medine-i Münevvere’ye dönmüşlerdir. 

 Malhan Efsanesi

Bayındır Han zamanında Ahlat’ta fakir bir aileye mensup bir ana ile oğlu yaşarmış. Bu ailenin geçimini, çobanlık yapan oğul sağlarmış. Bir gün Ahlat’ın meydanlık mezarlığı semtinde hayvanlarını yaydıktan sonra vakit de öğlen olduğundan, yemeğe oturmuştur. Yemeğini yedikten sonra eline aldığı bir küçük ağaç parçasıyla vakit geçsin diye toprağı eşmeğe başlamıştır. Toprağı eşerken ufak bir delik açılır. Bunu merak eden çoban, deliği genişletmeye başlar. Bir müddet sonra genişleyen delik, kuyu halini alır. Kuyudan aşağıya doğru bir merdivenin indiğini gören çoban, korku ve heyecan içinde merdivenden aşağıya iner. Aşağıya inen çoban kendisini bir salonun içinde bulur. Salona açılan birçok odalar ve odaların kapılarının üzerinde anahtarlar görür. Anahtarları alıp odaların kapılarını açan çoban, çeşitli süs eşyalarıyla altınla dolu bir hazine görür. Hemen dışarıya çıkarak deliğin ağzını kapatır, yeri belli olsun diye bir işaret bırakır.


     Akşam eve gelen çoban, annesine Bayındır Han’ın kızını istemesini söyler. Hayrete düşen anne oğluna, böyle bir şeye nasıl cesaret ettiğini söylerse de çoban isteğinde diretir. Sonunda ısrarlar karşısında mecbur kalan anne, Bayındır Han’a giderek kızını oğluna ister. Bu isteğe gülen Bayındır Han işi şakaya dökerek; “benim sarayım gibi bir saray yapar, bir altın mutfak takımı, bir altın kahve takımı, bir altın beşik ve çeşitli altından süs eşyalarını getirir, bütün ülkenin davet edildiği, kırk davul ve kırk zurnanın çalındığı, kırk gün kırk gece süren bir düğün yapılırsa kızımı oğluna veririm” der. Kadın Bayındır Han’ın bu şartlarını oğluna iletir. Oğlu da şartsız olarak Bayındır Han’ın isteklerini kabul eder. Kadın oğlunun, ileri sürülen şartları kabul ettiğini Bayındır Han’a bildirir. Daha evvel şaka yoluyla da olsa söz veren Bayındır Han’da istemeyerek kabul eder. Çoban Bayındır Han’ın bütün isteklerini yerine getirir, düğün yapılır. Bayındır Han bu çobanın büyük bir hazine bulduğuna inandığından, kızından hazinenin yerini öğrenmesini ister. Evlendikten sonra kadın kocasına bu kadar altını nereden bulduğunu sorduğunda kocası; büyük bir hazine buldum söyler. Kadın hazineyi merak ettiğini, mutlaka görmek isteğini söyleyince; kocası kadının gözlerini bağlayarak hazinenin olduğu yere götürür. Gözleri açılan kadın hayretler içinde hazineyi seyretmeye başlar. Bu arada dışarıdan bazı seslerin geldiğini duyan kadın, kocasına bu seslerin nereden geldiğini sorar. Kocası da; “Bu sesler su içmeye giden babanın atlarının sesidir.” der. Çoban, karısının gözlerini tekrar bağlayarak eve getirir. Kadın da olup bitenleri babasına anlatır.


               Sonunda Bayındır Han damadını saraya davet ederek hazinenin bulunduğu yeri söylemesini ister. Damat gelmeden önce cellât başını çağırarak; damadı korkutmasını, başını taşa bırakarak keser gibi yapmasını bildirir. Bayındır Han’ın bütün ısrarlarına rağmen damat hazinenin yerini söylemez. Sonunda sinirlenen Han, daha önce cellât başıyla anlaştığı gibi damadın kafasını kesmesini ister. Emri yanlış anlayan cellât başı, gerçekten damadın kafasını keser. Olaya çok üzülen Bayındır Han, cellât başının kafasını kestirir. Gerek atların su içmeye gittiği yön ve gerekse kızının anlattıklarından hazinenin Mal Han isimli hanın yakınlarında olduğu tahmin edilir. Bütün aramalara rağmen hazinenin yeri bulunamaz. O günden sonra Malhan hazinesi dilden dile dolaşılır. Halen Ahlat’ta bu hazinenin varlığına inanılmaktadır.

Dede Maksut 
               Dede Maksut, Ruşen Ali'nin hizmetkârıymış. Efendisi hacca gitmiş. Birkaç gün sonra hanımına, hacı hatun bi helva çalaydın hacıma götüreyim diyor. Kadın diyor ki, herhalde canı helva istiyor, bi helva yapayım da yesin diyor. Yapıp veriyor. Allahın izniyle helvayı Beytullaha götürüp efendisine yetiştiriyor, kadının haberi yok. Dede Maksut hayvanlara çok iyi bakarmış. Hayvanların altına gübre sepeler, soyunup üstünde yuvarlanırmış hayvanlar oturunca batan yer var mı diye. Keramete erişmiş. Bu nedenle helvayı da sıcak sıcak Beytullaha yetiştirmiş. Hacısı hacdan geldiği zaman, elini öpmeye gidiyorlar. Benim elimi öpmeyin, gidin Dede Maksut'un elini öpün diyor. Sonra da anlatıyor, diyor ki, bana helvayı sıcak getirdi. Tabağıyla bıraktı gitti, tabağı ben getirdim. Hacı, Dede Maksut'tur biz değiliz, diyor.

Dede Maksut çok keramet ehli bir zatmış. Bir rivayete göre;  Bir vatandaş bina yapmış, o dönem binanın üzerini örtmek için odun kullanırlarmış. Bu ağaçlara günümüzde olduğu gibi keran denirmiş. Binanın üstünü örterken keranlardan biri kısa kalmış. Dede Maksut’a demişler ki, biz bu keranı kısa kestik keran yetişmiyor. Dede Maksut elini kerana vurmuş ve demiş,”Gel bakalım, mübarek gel” bunun üzerine keran uzamış ve yetişmiş.

Hasan Padişah

Hasan Padişah Akkoyunlular’dandır.  Hasan Padişah zamanında Peygamber Efendimizin (sav) naaşına iki Mecusi musallat olmuştu. Mecusilerin amacı Peygamber Efendimizin (sav) kafatasını incelemek istiyorlardı. Hz. Peygamberin insanlar üzerinde nasıl bu kadar etki bırakabildiğini öğrenmek istiyorlardı. Bu Mecusiler halk arasında gayet dindar, hoşgörülü, hayırsever ve yardımsever kişiler olarak görünürlerdi. Mecusiler tünel kazarak naşa ulaşmaya çalışıyorlardı.

Peygamber Efendimiz (sav) üç gece üst üste Hasan Padişahın rüyasına girdi. Hasan padişaha “Ya Hasan yetiş Mecusiler beni rahatsız ediyorlar. Bu Mecusiler tünel kazıyorlar naşıma yetişmelerine az kaldı.” Bu rüyalar üzerine Hasan Padişah Medine-i Münevvere’ye gitti. Oradaki bütün halkı bir alana topladı. Halkın arasında rüyasında gördüğü Mecusiler yoktu. Hasan Padişah aramızda olmayan kimse kaldı mı diye sordu.

Halk dedi ki dışarıda iki kişi kaldı, onlarda sürekli hayır işledikleri için vakitleri yok gelemezler. Hasan Padişah onları da getirtti, baktı ki rüyasında gördüğü Mecusiler onlarmış. Bu iki Mecusi yakalandı. Hasan Padişah tünellerin yerini halka göstermeye gittiğinde gördü ki, tünellerde birçok Mecusi çalışmakta idi.

            Bundan sonra Hasan Padişah Peygamber Efendimizin (sav) türbesini tunçtan yaptırdı. Ve türbe bu güne kadar Hasan Padişahın yaptırdığı şekli ile geldi.

  Kırk Kardaş

            Yaşlı bir adamın kırk tane oğlu varmış. Bu çocuklar evlenme çağlarına geldiklerinde, yaşlı adam kırk çocuğunu birlikte evlendirmiş. Eve bir günde kırk gelin gelmiş. Gerdek sabahı yaşlı adamın bütün çocukları ölmüş. Yaşlı adam gelinlerine sormuş hanginiz kocanızla yattınız? İçlerinden biri kocası ile birlikte olabilmiş. Yaşlı adam bu gelinini yanına almış, diğer gelinlerini ise babalarının evine geri göndermiş. Evde sadece bir gelin kalmış. Evde kalan gelinin kırk çocuğu olmuş, bunlar kise şeklinde dünyaya gelmişler. Yaşlı adam torunlarını büyütmüş. Yaşlı adamın ölen çocuklarına ait kırk dükkânı varmış. Dede torunlarını bu dükkânlara götürmüş ve hangi dükkânın hangi oğluna ait olduğunu ve hangi dükkânın ne üzerine çalıştığını anlatmış.

            Dede her bir torununu bir dükkânın başına getirmiş ve kırk dükkânını da açmıştır. Dede ellerini göğe açarak Cenabı Hakka şükretmiş.

“Alan sensin veren sen,

Hâşâ, yalan olmaz gerçek sen,

Gâh dükkânı talan eden sensin,

Gâh dükkânı şen eden sen.”

            Dedenin kırk torunu da Ahlat’ın Kırklar mahallesinin Kırk Kardaş mezarlığında, dört sıra halinde onar onar defnedilmiştir.

            Ahlat’ın Kırklar mahallesinin “Kırklar” ismini alması “Kırk Kardaş” mezarlığından dolayıdır.

 Emir Sultan

            Ahlat’ta Emir Sultan isminde bir zat varmış. Bu zat çok keramet sahibi birisiymiş. Emir Sultan’ın dört tane talebesi varmış. Talebelerine Kuran okuturmuş.

            Emir Sultan bir gün talebelerine memleketten gideceğini söylemiş. Talebeler aralarında konuşmuşlar, talebelerden biri şeyh bana tezbehini vereydi. Şeyh tezbehini o talebesine vermiş. O tezbeh hala Kırklar mahallesinde B.I.’ın evindedir. Tezbehin taneleri her yıl bir tane artar, bir tane azalır.

            Bir talebesi de Emir Sultan’ın kemerini istemiş. Ve o aile Ahlat’ta Kemer soy ismini almışlardır.

            Bir talebesi de Emir Sultan’ın seccadesini istemiş.  Seccade bir posttan ibarettir. Seccade şimdi Tahtı süleyman Mahallesi ile Kacer Mahallesi arasında Postlu Baba denilen mevkide gömülüdür.

            Bir talebesi de Emir Sultanın hanımını istemiş. Emir Sultan bu talebesine beddua etmiş. Demiş ki, “Sizden fakirlik, körlük kıyamete kadar eksik olmaya” o ile Erkizan Mahallesi civarında yaşamaktadır. Aile fakir ve genellikle gözleri kördür.

            Emir Sultan yola çıkmış Veşdong mevkiinde (Saka Köyü) yemek yemiştir. Sofra bezini de orada silkelemiş ve demiş “Allahın bereketi bu dağa ola” hala Saka Köyü toprakları bölgenin en verimli topraklarındandır.

            Emir Sultan buradan Bursa’ya göç etmiştir.

Sihirli Hoca Efsanesi

Ahlât yakınlığı dolayısıyla İran ile münasebetlere sahne olmuş ve sık sık İranlılar istilasına uğramıştır. Bu efsaneye göre ; “Ahlât’ta sihirbaz bir hoca varmış. Hoca, İran Şahının kızını gece Ahlat'a getirir, daha sonra tekrar İran'a gönderirmiş. Kız bir süre sonra hamile kalır. Şah kızının bu haline çok üzülür. Kızından bu durumu açıklamasını ister. Kızda her gece bir hocanın yatağına gittiğini, sabah olunca da kendi yatağına döndüğünü söyler Kıza hocanın ne ikram ettiğini sorarlar; kız elma cevabını verir. Şah kızına bir daha gittiğinde bu elmalardan bir tane getirmesini söyler. Kız bir daha gidişinde bir elma saklayıp getirir. Bu elmayı ülke dışına giden kervancılara veren şah elmanın nereye ait olduğunu öğrenmelerini ister. İhtiyar bir bezirgânbaşı bu elmanın Ahlat'ın yem bağlarında yetiştiğini söyler. Bu hadiseye fazlasıyla kızan şah, ordusunu alarak Ahlat'ı muhasara eder. O zamanki Ahlat emiri İran ordusuna Karşı koyar. Kaleye savaşla giremeyeceğini anlayan şah hileye başvurur, kaleye girer ve Ahlatlıları teslim alır. Büyük çukurlar kazdırır ve halkı diri diri bu çukurlara gömer. Böylece Ahlat insansız kalır.”

Deniz Garısı
           Şıh Keremler bir kadın bulup getirmişler deniz karisi diye. Esas ekseri şubatta çıkarmış. Denizin kenarında yıkanırken tutmuş getirmişler. Yedi sene çalışmış orda kadın. Çok da kuvvetliymiş. Memesinin üzerine yara iğnesi açmışlar yedi sene çalışmış. Ondan sonra bi çocuk, kadın ona diyor ki bu ciciyi çek, kendisi çekemiyor. Çocuk çekerken kadın kayboluyor.