Beş Dakikanızı Ayırın Ve Çocukluğunuza Dalın

   Ömrümüz, tükenmek için bunca acele ettiğimiz ömrümüz takvim yapraklarına onca hızla çevirdiğimiz akreple yelkovanlara, içine gönüllü dalgınımız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığımızda ne hissediyoruz? Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerim ya da ben ne kadar yaşamışım başkalarının yerine?
    “Aynadakinin ne kadarı benim ne kadarı oynadıklarımız”?
  Ne kadar mutluyum?
  Yada ne kadar mutluluk rolünü iyi oynuyorum?
Ne kadar çok şey biriktirmişiz hayatımızın içine …
  Mesele çocukken, hep büyümek istersin.
Bir zaman sonra ,çocuk kalmak istersin.
  Yaşadığın hayattan hep bir şeyler beklersin.. Bitmeyen çocukluğumuz ve eskimeyen anılarımız gibi. Galiba biz mutluluğu çocuk kalmakta arıyoruz. Şöyle bir dalıp gittiğimizde çocukluğumuza, anlatılacak o kadar güzel anılar ve mutluluklar biriktirmişiz ki, keşke hiç büyümeseydik cümlesini dedirtiyor bize.
   Mesela; Çocukluğumda oturduğumuz mahallede bir sürü bahçe vardı. Ve içinde bir sürü meyve ağacı. Yaz geldi mi maymun gibi o ağaçtan o ağaca atlardık. Karnımız ağrıyıncaya kadar meyve yerdik. Yemekle kalmaz onlarla oyun bile oynardık. Kirazdan kendimize küpe, erik çekirdekleriyle beş taş oynardık. Küçükken biz keşfediciydik. Aklımızda sadece neler oynaya biliriz düşüncesi vardı. Ne güzel oyunlar vardı.
  Çocukken körebelerimiz vardı bizim, gözümüz her bağlandığında karşımızda duranları yakalama heyecanımız, sonra belli belirsiz yerden gelen dokunuşlar ve sesler “Ali beni yakalayamaz” Oysa hayatta yakalayamadığımız ne çok şey var…
Çocukken yakalayamadıklarımıza güler geçerdik. Şimdi ise yakalanamayan her şeyin ardından bazen sessizce susuyoruz bazen de hıçkırıklarla ağlıyoruz.
  Büyüdükçe hayatın ne kadar zorlu olduğunu, büyüdükçe hataların ne kadar telafisiz olduğunu, her gecen günün biraz daha acı olduğunu, öğreniyoruz…
  Şimdi çocuk olmak vardı. Sabahtan akşama kadar gülmek.
Bilmemek umut ve umutsuzluğun anlamını. Hayata hep neşeyle bakmak vardı.
   Akşam ezanında biten mahalle maçları, aranlıkta zevki çıkan saklambaçları.
Birbirinden farkı oyunları oynamak vardı.
   Saklambaçlarımız vardı bizim. Dün gibi aklımda… Sanki bugün yine “ Özge,Eren, Pınar ,Ali, Aynur ,Okan, Beliz, Burak” Akşam olacak gelecekler ve tekrar oynayacağız.
   Ali sayacak önce ”haksızlık bu hep bana saydırıyorsunuz” diyerek kızacak. Özge “senin hayatın saymakla gecer” diyecek ve hep bir ağızdan güleceğiz sanki.
Şimdilerde ise hayatımız geçen acı günleri saymakla geçiyor. Oysa çocukluğumda duymuştum bu sözüde gülmüştüm.
   Hayat işte güldüğün söze bazen ağlatabiliyor.
   Çocukluğumuzda idi mutluluğumuz, heyecanlarımız, korkularımız.
Çocukken sadece yarın neler oynayabiliriz diye düşünürdük, şimdi ise yarın hayat bize hangi oyunu oynayacak diye düşünüyoruz.
Çocukken basitti mutluluk. Basit olduğu kadar büyüktü de. Çaba sarf etmezdik mutluluk için. Çünkü her şey bizim kadar küçük ve güzeldi. Ne zaman ki büyüdük, kirlendik, şükürüzlüğü öğrendik. Yetinemez olduk küçük mutluluklarla. Oysaki küçükken ne de mutlu olurduk annemize bir sarılmamızla.
   Ne değişmişti?
  Annemiz mi eskimişti, yoksa biz mi yenilenmiştik?
   Neden artık yeteri kadar mutlu etmiyordu bizi bu küçük ama güzel şeyler?
Tabii ya. Büyümüştük biz değil mi?
  Biz büyürken mutluluklar küçülmüştü.
   Bir şeyler öğretme telaşı içinde olduğumuz için sık sık unutsak da; aslında onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bunlardan en önemlisi de, çocuksu gözlerle dünyaya bakabilmek. Yaşamda, her şeyi ilk kez görüyor ve hayatı yeniden keşfediyor gibi merakla bakabilmek ve anın içinde bir çocuk gibi kaygısız olabilmek. Oysa biz mutluluğumuzu ne kadar çok koşulla sınırlandırıyoruz. Çocukken mutlu olmak için ne kadar çok sebep bulur oysa insan! Büyüdükçe hayallerinden uzaklaşır ve hırsa düşer insan, Mutlu olmaya dair hayatta birçok yanlış düşünceye sahibiz; iyi bir iş bulursan, iyi bir kariyerin olursa mutlu olursun. Ortalamanın üstünde bir maaş alıyorsan “dünyada” senden mutlusu yoktu. Evin ve araban da varsa değme keyfine. Buna benzer düşünce kalıplarının gölgesinde yaşarız hayatımızın. Mutluluğumuzu genellikle maddesel elde edişlere ve sahip olmaya bağlamış durumdayız. Dünyaya çocukça gözlerle bakmayı unuttuğumuz, çocuklar gibi düşünemediğimiz, hayal kurmaktan ve hayatın mucizelerine inanmaktan vazgeçtiğimiz için aslında umutsuz ve mutsuzuz. Mutluluğu hep kendi dışımızdaki şeylerde veya kişilerde bulabileceğimiz yanılgısı içindeyiz. Onu, hep dışarıda ve kendimizin uzağında arıyoruz. Mutluluğu, kendi dışımızda ve uzağımızda aradıkça da onu bulamıyoruz.
   Ne güzel diyor; O. Mandino” Gerçek mutluluğun kendi içinizde yattığını fark edin. Huzur, mutluluk ve neşeyi dış dünyada aramayı bırakın. Paylaşın. Gülümseyin. Kucaklaşın. Mutluluk, kendinize birkaç damla bulaştırmadan başkalarına dökebileceğiniz bir şey değildir.
   ÇOCUK GİBİ MUTLU KALMAK ÜMİDİYLE, MUTLU VE HOŞÇA KALIN…