"Satarım bu canı da beslerim seni,
Çıkarım dağlara da kurt yesin beni" (**)
23 Ocak 1961
'BİR ACAİP VALİ'
"Van Valisi Fikret Ersanlı'ya bir nezaket ziyareti yapayım dedim. Özel Kalem Müdürü yerinde yok!. Oturup bekledim, bekledim... Kucağında odunlarla birisi geldi, Müdürü sordum, 'Yok' dedi! Valiyi sordum, burnunun ucuyla kapıyı gösterdi, 'Nah şurada, odada, gir içeri' dedi.
Kapıyı vurup daldım içeri...
Sobanın yanında ayakta duruyor...
Buyur etti. Çayı gıtlama içiyor...
Doğu insanları gibi. Köylüler girip çıkıyor odaya, dertlerini, dileklerini anlatıyorlar dinliyor. Takılıyor bazen, telefona geçiyor, soruyor, işi anladıktan sonra emirler veriyor. Takvimin üzerine not alıyor. 'Sonucunu yarın bana bildir yavrum' diyor telefonun ucundakine. Bu bir karakol komutanı...
Bir memur...
Bekçi bilmem ne...
O iş muhakkak yapılıyor, kaçamak yok...
Yurttaş işinin sonucunu alıyor....
Van'ın bir köyüne gidip röportaj yapacağımı söyledim, güldü.
'Kurtlar yemezse, yine görüşelim' dedi....
Acı bir ayaz bıyıklarımda buzlar yaptı. Otele dönünce Van'ın haritasını açtım. Gözlerimi kapatıp bir yere parmağımı bastım, 'GÖVEÇLİ' yazıyordu.
1961 yılı Ocak ayının 23'üncü günü saat on bire doğru Van'ın CANİK bucağına bağlı GÖLLÜ Köyü'nde bu karakışta, kızlı-erkekli 34 öğrencili bir okulda kara tahtanın üzerinde, Atatürk'e bakıyor, bakıyordum.
'Şu fotoğraftaki kim?'
'Atatürk örtmenim, Atatüüürk...'
'Atatürk neler yaptı bir taneniz söylesin...'
Çocuk değil, kuş sesleri... Bir dalda otuz dört kuş. Cıvıl cıvıl.
'Vatanı kurtardı örtmenim...'
'Bizim Atamız'dır örtmenim...'
Sayıyorlar güzelliklerini.
Atatürk kara tahtanın üzerinde, söğütten bir çerçeve içinde duvarda... Bir tuhaf bakıyor. Fotoğrafa bir daha baktım...
Ağlıyor gibime geldi.
'Neden yazmıyorsun Fatma?'
Fatma'dan ses çıkmaz...
Sümüğünü çeker...
'Fatma ayağa kalk.'
Fatma ayağa kalkar...
Sınıfta çıt yoktur. Fatma'nın sümüğü daha bir akar...
Sonra, öğretmen geleli biraz beyazlanan elleri, gözüne gider.
Fatma'nın sümüğü daha bir iyi akmıştır, eliyle silecek olur, silemez. Sonra hemen cebinden çıkardığı çapıtı burnuna dayar, onunla siler... Ağlar 12 Fatma, ağlar. Körpecik omuzları titremektedir. Ağlar 12 Fatma, ağlar.
NİHAYET GÖVEÇLİ 1 KİLOMETRE!
Van-Erciş yolunun üzerinde Göllü Köyü'nü geçtikten sonra, devlet yolunun, dağların, ak ak dağların üzerinde bol bol tilki izi, kurt izi görürsünüz... Tilki izleri kurt izine benzer, bir farkla; tilki izlerinin hemen ortasında bir çizgi vardır ayak arası. Tilkinin kuyruğu kara değer ve çizgi çeker...
Arabanız Erciş yönüne devam ederken yolun hemen solunda üç ok görürsünüz, 'GÖVEÇLİ 1, DAĞÖNÜ 5, YEŞİLSU 6' yazar.
1961 yılı Ocak ayının 23. günü saat on dört sularında Vanlı dostlarım Göveçli'den ayrıldılar, otomobilin egzozundan mavi, gri dumanlar çıkıyordu. Nereden, nasıl, ne zaman çıktığı belli olmayan bir topluluk, giden otomobile bir tuhaf bakıyordular. İçime bir gariplik çöktü!
Sırt çantalarımı, uyku tulumumu, şişme lastik yatağımı içeri aldılar. Pilli ses alma makinesini kurcaladım, piller soğuktan olacak çalıştırmamak için direniyordu! Kendimce konuk olduğum köyü dolaşmak, okulunu görmek beş dakikayı doldurmadı! Karlı damlarda küpe benzeyen bacalardan tezek dumanları gri göğe doğru nazlı nazlı çıkıyordu, koyunlar vardı kardan temizlenmiş toprak üzerinde ot yiyen, köpekler tembel tembel uzanmıştılar sürülerin yanına. Sağda solda gübreleri eşeleyen tavuklar, horozlar... Birkaç leş kargası bir hışımla dönüyordu gökte...
Güllü Nine'nin dört koyunundan üçünü kurtlar halletmiş! Bir ağıttır yükseldi, bir ağıttır...
Ne yürek dayanır ne de kurt! Güllü Nine'nin tek dayanağı buymuş, tek dayanağı! Neyler şimdi Güllü Nine, neyler? Üç koyun bu, üç koyun, dile kolay dile! Koyunlar gitti gider!
Güneş çıkar gibi oldu. Fotoğraf makinemi alıp yeniden çıktım dışarı. Karlar parlıyordu. Koyunlar dönüyordu. Güllü Nine'nin üç eksiğiyle!
BİR KIZ GÖRDÜM!
Bir kız gördüm on, on bir yaşında var. Karlar ses çıkarıyor ayağı her bastıkça.
O kız ayağını kaldırdı, indirdi fotoğraf makinesi çıt etti.
Çıkan resimde bir kız vardı. Karlar bileğine geliyordu!
Kız, ellerini karnına kavuşturup yürüyordu. Dağınık saçları bir yerde tazı boncuklarıyla örülüydü.
Ayakları çıplaktı!
Saat on dokuzdan sonra yatıyorlar... Yatmayıp neylersin?
Odadaki konuklar hayırlar dileyip gittiler. Bir kadın gelip yerdeki otları süpürmeye başladı. Oyun oynanırken dağılan otları. Toz duman aldı ortalığı! Duvarın kenarına şişirip bıraktığım şişme yatağıma bayıldılar. Fakat alınmışlardı da. 'Efendi, seni yatıracak bir yatak bulurduk, ha bulamaz mıydık?' Aldım gönüllerini ya, kanmadılar. Biraz zorunlu olarak Türkçe konuşmaya çalışıyordular...
50 hane 400 nüfuslu köy!
Köyden ayrılmadan önce bir Güveçli anısı fotoğraf çektirdik tezek yığınları önünde.
Eşyalarımı topladım.
Derken bir türkü geldi tezeklerden yana. Döndüm. Küçük çocuklar el ele tutuşmuşlar halay çekiyorlardı. Köy halkı hane hane konuk olduğum damın önüne geldiler, eşyaların bir kısmını sırtıma vurdum bir kısmını köy bekçisi aldı.
Bir muhabbetle yola koyulduk. Köyün sınırına kadar uğurladılar. Devlet yoluna girdik. Yol karlıydı, diz boyu sayılmaz. Yolun kenarında kurt ve tilki izleri vardı. Köçeni, yeni adıyla Göveçli ardımızda kalmıştı... Çene çala çala, Göllü bucağına gidiyorduk! Bir saate varmadan Göllü göründü...
Hem bilir hem yapmazsan bu parmak kopar. Apaçık bu böyle, apaçık... Eğilin bu topraklara sonra bu parmak kopar, bozulur yurdun o biçimli girdisi çıktısı!
Kalın sağlıcakla. Selam doğulu kardeşlere... Yürekten selam."
VAN'I GÖRÜRÜM AKCAMLARDA ERÇİŞ'İ DE
"Bizi unutma gazatacı beg...
Bizi unutma...
" diyen kekolarım (kardeşlerim)...
Güveçli...
Dağ Önü...
Göllü...
Sizler nasılsınız? "Örtmenim...
Örtmenim" diye haykıran büyümüş bebeler. Göktanrıdan "Kara habar... Tunne...
İnşallah"...
(Kara haber... Yok... İnşallah...)
Başbakan dedi ki "Ağustos ayına kadar sabredin", iyi mi? N'olur, n'olur sabredin, bu ara ölmeyin Başbakan'ı dinleyip!..
Ölmeyin. Vanlı canlar, siz ölmeyin bari, siz ölmeyin...
Ölmeyin!..
Kurtlar bu canı yemedi, sağ döndüydüm yuvama ama ta Japonya'dan sizleri yıkıntılardan kurtarmaya gelen "Güzelyürek Dr. Atsushi Miyazki...", gazeteci canlar Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir, yıkıntılar altında şehit oldular, nice gepegenç öğretmenlerimiz gibi...
Hangi birisini yazsam?
Kuş olup yine varmak isterdim.
Kanadım kırık!..