ESKİ VANDA RAMAZAN ve KURBAN BAYRAMLARI

Maddi ve manevi iyiliklerle gelen ramazan ayı insanların birbirleriyle kaynaşmasına vesile olur. Bu mübarek ay geldiğinde yurdumuzun her yöresinde olduğu gibi Van’da da maneviyat artar, insanlar adeta yeni bir hüviyete bürünürlerdi. Azından çoğundan Ramazanın kendi nasibiyle bereketiyle geldiği gönüllere hâkim olduğundan yiyecek içecek konusunda kimsenin bir endişesi olmadan gelip giden ramazanın ardından ramazan bayramı heyecanı başlardı.

‘Top gürleyip oruç, bozulan lahzadan beri

Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.’

Sayılı olan camilerimizden Büyük Cami ve Küçük camide Camilerde gönüller birleşir, Ramazan ayı boyunca sahura kalkılır, iftarlar açılır, teravih namazları kılınır, hatimler bağışlanır ve böylece ibadet itaatle Ramazan Bayramı gelip çatar ve Ramazan bayramına kavuşmanın sevinci yaşanırdı, tüm gönüller ALLAH için çarpardı.

Müslümanlar için mukaddes bir ay olan Ramazan ayı biter ve on bir ayın sultanının Uğurlarken bir yandan hüzünlenirken beri yandan da ramazanı ifa edip bayrama kavuşmak ayrı bir sevinç ve heyecan yaratırdı. Derken bayram geldiğinde:

‘Bayram geldi neş’emize

Düğün dernek köşemize

Aman dostlar barışalım

Şeytan gitsin peşimizde.’

***

‘İyi bak sağ ile sola

Kalbimiz sevinçle dola

Ey mü’minler, Müslümanlar

Bayramınız Kutlu Ola.’

Eski bayramlarda, hazırlıklar, tatlı bir telaşla günler öncesinden başlardı. Evlerde bayram temizlikleri yapılır, halılardan perdelere her şey yıkanır, bayramda mis gibi koksun diye plastik boyanın olmadığı o seneler acı kireçle evler güzelce badanalanılırdı. Bütün evlerdeki tahtalar silinir, camlar silinir, çamaşırlar yıkanırdı.  Evler toprak evler olmasına rağmen yinede temizlik elden bırakılmaz ve bayrama tiril tiril bir ev hazırlanırdı. Bayram öncesi evde bulunan bakır kaplar iyicene kontrol edilir ve kalaysız kaplar kalaylanmak üzere çarşıya gönderilerek kaplar kalaylanırdı. Zaten kalaycılarda hemen hemen hepsi şimdi ki küçük cami civarında bu işi yapan Kalaycı Osman Gemici, Kalaycı Kadir Usta, İbrahim Davutoğlu, Kalaycı İsmail de aynı mıntıkada bu işi yapan kalaycılardı. Eski bayramlarda, hazırlıklar, tatlı bir telaşla günler öncesinden başlardı. Evlerde bayram temizlikleri yapılır, halılardan perdelere her şey yıkanır, bayramda mis gibi koksun diye bütün ev havalandırılırdı.

Günümüzde telefon, internet, faks, cep telefonu var. Oysa o yıllarda her şey mektupla halledilirdi. Bayram öncesi şimdiki telekomun olduğu yerde stantların üzerinde çeşit çeşit kartpostallar satılırdı. Yaklaşık olarak 8-10 reyonda dini kartlar, şehir kartları, artist kartları, çiçekli kartlar o eski PTT nin önünde adeta bir gül bahçesi gibi açardı. Artık herkes kendi yaşına başına göre kartpostal seçerdi. Kimi büyükler dini resimler alırken kimileri artist resimlerin yönelir kimi de özellikle benim memleketim olan Van’ın resmini alayımda oradakilerde benim memleketimin resmini görsünler derdi. Biz o zamanlar genç olduğumuz için Hülya Koçyiğit, Yılmaz Güney, Fatma Girik, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Sema Özcan, Cüneytr Arkın. vs.gibi artistlerin resmini alırdık.

Kartpostalları alanlar zarfa koyar ve zarfı kapatarak bırakırlardı. İşin ilginç bir tarafı da kartpostal yazarken her karta ayrı ayrı kutlama ifadeleri kullanılırdı. Telefon o devre göre çok lükstü ve her mahallede 1 veya 2 telefon zor bulunduğu için çok önemli kişilere de ELT telgraf çekilirdi. Bunlar da o yılların kutlaması idi. Ve ben ve benim gibi herkes şehir dışındaki tanıdıklarına, akrabalarına, ahbaplarına mutlaka bayramda bayram tebriki atardı. Makbul olanda bayram öncesi bayram tebriki atmaktı. Çünkü PTT şimdiki gibi hızlı değildi bir mektup veya kart 7-10 gün arasında ancak gidebiliyordu. Bu yüzden biz posta süresini de hesaba katarak bayramda yerine varacak şekilde bayram kartlarını atardı.

O yıllarda şimdiki gibi bol pastaneler yoktu. O pastanelerin yaptığı işi Van’ın evdeki hanımları yapar ve mutlaka bayrama baklava hazırlanarak girilirdi. Yani bayramda hemen hemen hangi eve giderseniz gidin mutlaka baklava ikram edilirdi. Baklava bayramların vazgeçilmezlerindendi. sini sini baklavalar sadece evlerde pişirilmesi için örtülere sarılarak fırına gider ve geldikten sonrada çocuklar kenarından köşesinden yemesinler diye baklavalarda evde serin bir yere bırakılırdı ki bu çoğu zaman kiler olurdu mevsim kış ise misafir odasına gün evvelinden arife günü bırakılırdı.

Yıllar evveli bayram gelmeden aile büyükleri kendi imkânları çerçevesinde büyükler ve küçükler için takım elbise siparişi verilerek bayramda herkes temiz elbiselerle girmek isterdi. Bu yüzden herkesin bir terzisi vardı ve ramazan ayı içerisinde siparişler verilerek herkes kendi durumuna göre kumaş seçerdi. Mesela o yıllarda İnsanlar birbirine kızdığı küstüğü zaman: ‘Sen kendini İngiliz kumaşımı sanıyorsun?’ derlerdi. O yüzden herkes İngiliz kumaşı bulamaz arca, altın yıldız, merinos, gibi zamanın marka kumaşlarından giyinmek isterdi. Olmasa da parasına denk gelecek bir kumaştan takım diktirirdi. Bu dikimde öyle hemen olmaz ve birkaç provadan sonra ancak takım elbise hazır olurdu. Ramazan ayında terzilerin işi çok olur ve birçok terzi de ellerindeki siparişleri verebilmek için ta bayram sabahına kadar çalışır ve siparişleri sahibine teslim ederlerdi. Çoğu kişide o gece terzide oturur ve sabah namazı ile birlikte biten elbisesini alır giderdi. Zamanla hazır giyim hazır elbise çıkımca ne takım elbise diktiren kaldı nede terzilik.  Şamil Perihanoğlu, Şerafettin Koç, Hayrettin Yılmaz ve onlar gibi usta terziler mazide kaldı.

Yine bayrama takım elbisenin altına da bir çift güzel kundura gerektiğinden Bunun içinde ya o zamanki hazır ayakkabı satanlardan birisine gidip ayağınıza göre bir ayakkabı alırdınız veya yaptırırdınız. Hazır alacaksanız o devrin en ünlü kunduracısı ‘İzmir Kundura’ idi. Oradan ayakkabı almak Vanlı için bir ayrıcalıktı.  Oradan ayakkabı alanlar bilhassa çocuklar kendi aralarında bak ben İzmir kunduradan aldım bu ayakkabımı diyerek diğer çocuklara hava atardı. Bu işle uğraşan Kunduracı Niyazi ve Rahmetli Fevzi Gülpınar şu anda hatırladıklarım. Bu hazır kundura alanların yanı sıra birde Ölçü verip kendine ve çocuklarına ayakkabı yaptıranlarda vardı. Topal Esat Ertuş usta ile Ziya Timurhan’da çok dayanıklı ayakkabı yapma hususunda en önde gelen isimlerdi.

Bayram öncesi kimse öyle saçlı sakallı hırpani bir şekilde bayrama girmek istemez ve dolayısıyla berbere gidilir ve bayram traşı olunurdu. Ve bayram öncesi birkaç gün berberler bayram öncesi başlarını kaşıyacak vakit bulamazlardı. Ve arife günü kenara bir şişe kolonya ve tepsiye de şeker bırakılarak traş olan kişiye saatler olsun der demez bahşişler iki misli gelir ve çıraklarda böylece sevinir ve harçlıklarını çıkarmış olurlardı. Ve berberlerde traş için gelenler akşamüstü alabildiğine artar ve artık herkes sıraya girer bu traşlar bazen bayram namazına kadar da devam ederdi.

O yıllarda evlerde öyle evlerde modern banyolar yoktu. Ne termosifon, ne şofben bilinmiyordu. İptidai hamamlarda varsa hamam sobasında su ısıtılarak veyahut dışarıda kurulan ocakta kara kazanlarla ısıtılan su ile yıkanılırdı. Genelde banyolar hep çal denilen yerlerde yapılırdı. Ancak bayram öncesi kadınlar, kızlar gündüzleri hamama giderlerken erkekler de bayram arefesi hamama giderlerdi. Ve aynen berberler gibi hamamlarda arefe günü itibariyle alabildiğine dolardı ve bayram namazına kadar hamamlarda yıkananlar olurdu. Gerek terzide, gerek berberde ve gerekse hamamda böyle sıraya girmek ve beklemek de fazla abartılmaz ve o esnada da sohbetler de alabildiğine koyulaşırdı.

Bayramlarda gelen misafirler için herkes kendi maddi durumuna göre, bayram şekeri alırken çukul ata çok zengin evlerinde görülürdü.  Kolonya derseniz herkesin alabildiği kolonya Çoban kolonyası idi. Pereja kolonyasını almaya herkes muktedir olamazdı. Bir de evdeki çocuklar ve misafirliğe bayrama gelen çocuklara verilmek üzere gayet fazla fındık alınırdı. Bu fındıklar yemek için değil mirav kazıp fındık oynamak içindi. Daha bayram gelmeden hemen hemen her evin önünde yarın bayram olduğunda fındık oynamak için gün evveli miravlar kazılır bayrama hazır edilirdi. Zaten mirav kazıp fındık oynama bayram eğlencelerinin en başında gelir ve bayramın üç günü çocuklar, gençler mirav başından ayrılmazlardı.

Mirav dediğimiz şey küçük bir avuç içi kadar oyularak kazılan mini bir çukurdan başka bir şey değildi. Biraz eğilimli yerde kazılırdı ki fındık attığınız zaman rahatça akıp gelsin. Biri miravın başında bekler biri makul bir mesafeden eliyle fındık atardı mirava. Çift atarsa atan, tek girerse bekleyen kazanırdı. Bazıları büyükçe fındıkların kenarlarını çakıyla düzeltirdi ki eline daha rahat yatsın ve çift gelsin diye böyle özel 8-10 fındığa da ‘Elmiyalık ’ denirdi.  Attığın fındık kazanır veya kaybederdiniz. Ama attığınız fındık yani elinizdeki fındık her zaman çift olurdu. Oyunun kaidesi böyleydi. Miravın başında bekleyen de biri fındık attığı zaman tek gelsin ben kazanayım ve miravın başından ayrılmayayım derdi. İşte karşıdaki mirava fındık attığı zaman da atanın moralini bozmak için mirav başında bekleyen ‘Tek gelsin dımbıl gelsin’ derdi. Tabi gelir gelmez o da atana bağlı. Zaten çift attığı zaman miravı terk eder ve çift atan miravın başında beklerdi. İşte bu da bizim yıllar evvel hiçbir zaman vazgeçmediğimiz hala hatıralarımızın en güzel yerinde iz yapan oyunlardan ve anlardan biri olmuştur mirav oyunu.

Arefe günü kadınlar erkekleri ili birlikte ölülerinin bulundukları kabristanlara gider ve orada Kur’an okumasının bilenler Yasin okur bilmeyenler Fatiha okur ve dualar edilerek ölenlerde rahmetle yâd edilirdi. Ve kadınlar Bayram sabahı bir daha kabristana gitmez sadece erkekler giderlerdi. Bu adet senelerdir Van’da devam edip gitmektedir. . Ancak azda olsa bu gün bayram sabahları gelen kadınlara rastlanmaktadır.

Arefe günü herkes erkenden yatardı ki önce sabah namazına daha sonra da bayram namazı var diye.  Biz çocuklar bize alınan ayakkabı, gömlek, pantolon vs. yüzünden bizi uyku tutmazdı. Sabah nasıl olacak da biz bu elbiseleri bir an evvel giyelim ve ayakkabılarımızı ayağımıza takalım. Ve sabah namazı vaktinden önce dede, baba, oğul, torun herkes abdest alır doğruca bize en yakın olan küçük caminin yolunun tutardık. Bu arada cami çok yakın olduğu için daha önce camiye giden cemaatin okudukları tekbir, salâvat sesleri o sessiz ve tenha Vanın sokaklarında aksi seda bulurdu. Camiye gidildiğinde sabah namazı kılındıktan sonra daha eve dönülmezdi. Orada kalınır ve taki Bayram namazı saatine kadar cemaatle birlikte salâvat getirip dururduk.

Bayram namazı erdiğinde Bayram namazı kılınır hutbeden sonra herkes orada bir bayramlaşma da bulunur ve ondan sonra herkes evinin yolunu tutardı. Veyahut bazıları hiç evine gitmez doğrudan mezarlığın yolunu tutardı. Böyle insanlar gayet samimi şekilde konuşa konuşa kimi Garipler Mezarlığının kimi de Akköprü Mezarlığının yolunu tutardı. Kabristanlarda şimdiki gibi insanları ziyadesiyle dini vecibelerini bi hakkın ifa etmekten men edecek kadar fakir fukara yoktu. Zaten o yıllarda her mahalle kendi fakirine sahip çıktığı için dilenci görmek pek vaki değildi. Böyle su dökme falanda yoktu. İşte mezarlığa o gün sadece erkekler gider kadınlar asla o gün mezarlıklara gitmezlerdi. Erkekler ailece aile mezarlarına gidilir dualar edilir, Fatihalar okunur, Yasinler bağışlanır ve kabristan ziyareti bittikten sonra herkes geldiği yoldan evine dönerdi.

Sabah erkenden kalkılan ama uykuyu alamamış bile olsa hiç ”mızmızlanmadan” gidilen bayram namazları sonrası tüm aile büyükten küçüğe sırayla bayramlaşır, hediyeler, harçlıklar verilir, ardından özenle hazırlanmış kahvaltı sofrasına oturulurdu. Evde zaten kahvaltı hazırdır. Siz mezarlığa giderken evin hanımı, kızları, gelinler kalkmış her biri bir işle meşgul olmuş ve artık herkes bayrama hazırdır. Bu arada sokakta o sokakta oturan evlerin hanımları veya gençleri tarafından bir güzelce süpürülmüş ve âdete bal dök yağ yala misali sokak tertemiz olmuştur

Bayramdan önce yeni giysiler alınırdı. Çocuklar bayramdan önceki akşam bayramlıklarını yataklarının başucuna koyup öyle yatarlardı ve sabahın olmasını iple çekerlerdi. O ayakkabının ve giysinin değeri hiçbir şeyle ölçülmezdi. Kahvaltıdan sonra hemen sokağa çıkılırdı. Kapı kapı bütün komşular, akrabalar, nineler, dedeler ziyaret edilir, elleri öpülür, gönülleri hoş edilirdi. Büyükler de çocuklara harçlık, şeker, mendil, sakız, bisküvi verirdi. Ramazan bayramının bir diğer özelliği ise düşmanların ve küslerin barışmasıydı. Eğer hatası olan kişi gelip özür dilerse bayramda diğer kişi onu mutlaka affederdi ve barışırdı.

Büyüklerimiz mahalledeki tüm komşuları ziyaret ettikten sonra birinci gün veya ondan sonraki günde diğer mahallelerdeki akrabalara, ahbaplara gidilirdi. Bu arada biz küçüklerde onlara takılır onlarla birlikte bayram gezmesi yapar, harçlık, fındık, şeker toplar ve bunları topladığımız için sevinçle eve dönerdik.

Bizim ailede adetti bizim büyüklerimiz hep Çavuş başında oldukları için babam ve dedem ilk gün bizleri toplar ve ailece kadınlı erkekli mutlaka oraya gidilirdi. Ailenin en düğüyü olan Rahmetli Cemile Kayaçelebi’nin elini hepimiz öper ve hayır duasını alırdık. Ondan sonra rahmetli Ethem Amca, Kaya Amca ve Ayhan Amcayı da ziyaret eder ellerini öperdik. Bu arada rahmetli Mehmet Kantarcıoğlu’nu da ve Aynur halayı da gitmişken görmeden dönmezdik. O gün yemekler yenir sohbetler yapılır ondan sonra eve dönülürdü. Onlar bizim vazgeçilmez büyüklerimizdi. Cemile nenemiz 1984 yılında 101 yaşında iken vefat edene kadar bu bayram ziyaretleri hiç aksamadı ve aksatmadık. Haliyle onlarda bize gelirlerdi ama en büyük Cemile nene olduğu için usulen ve sülale terbiyesi ile hep önce biz gittik.

Her gidişimizde rahmetli hep seferberlik sırasında yaşadıklarını böyle ağlayarak anlatırdı. Bunu gören dedem emekli başmuallim Ziya Kaya çelebi’de de istiklal harbi gazilerinden olması ve bir gözünü harpte kaybettiği ve aynı acıları paylaştıkları için Sohbetleri hüzünlü olur ve uzadıkça uzardı.

Çocuk iken biz sinemaya yalnız başımıza gitmezdik ne gündüz ne gece. Yalnız büyüklerimiz sinemaya gittikleri zaman onlarla birlikte sinemaya giderdik. İşte mevsimde özellikle yaz ise bayramda yaz günlerinden birine rast gelmişse sinemaya giderken babamız lütfedip bizi şehir parkına götürmüşse, oradan kalkıp birer külahta siyah çekirdek almışsak, sinemaya gitmişsek ve birde sinemada oturmuşsak, oturduktan sonra birer tane de Yakup sandıkçının Uludağ gazozlarından içmişsek o da bize çifte bayram demekti.

Ortaokul sıralarına geldiğimizde geceleri değil de gündüzleri sinemaya gidebildiğimizden bayram günleri de çoğu zaman büyüklerimize takılmadan bayramı sinemada geçirdiğimiz bayramlarda olurdu. Bayramın birinci günü sinema oynamazdı ve öğleden sonra sinemaya giderdik. Dedem vefat edinceye kadar hep büyüklerimizle bayramlara bila mecburiye giderdik. Dedemin vefatından sonra bu gidişler ve gelişler azalınca bayramları sinemada geçirir olduk. Çocuktuk ve hep bir heyecan yaşamak istiyorduk. Sinemada bayramda ayrı bir heyecan yaratıyordu. İşte o Cüneyt Arkının Malkoç oğlu, Fatihin Fedaisi, Kara Murat filmleri, kartal Tibet’in Kara Oğlan filmlerindeki sahneleri abartılı olsa bile nasıl heyecanla izlerdik. Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Leyla Sayar, Türkan Şor ayın gençlik yıllarındaki o filmler hala hafızamıza sanki nakşedilmiş gibi tazeliğin koruyor.

İşte bu bayramlar bahar, yaz veya sonbahara gelmişse ve tesadüfen şehre halkacılar gelmişse veya çadır tiyatrosu gelmişse veya cambaz gelmişse çocuklarının elinden tutan nefesini orada alırdı. Çünkü 25-30 bin insanın yaşadığı Van’da öyle üst düzeyde bir hayat yoktu.  Mesela çok iyi hatırlıyorum tesadüfen bir bayramda Zat-i Sungur Vana gelmişti. Ve bu günkü Vilayetin hemen arkasında büyükçe bir çadır kurulmuştu. Babama anneme yalvar yakar olduk bizi götürdü ve ben hala o anları bir türlü unutamadım.

Bayramları şenlendirecek oyunlar yoktu. Tek eğlence çocukların sokakta oynamaları ve büyüklerinde ev gezmeleri idi Ve onlar şimdiki gibi kapıyı kapatıp ne şehir dışına kaçıyorlardı, ne de yazlıkları vardı. Onlar için bayram bayramdı şimdiki nesil gibi bayram tatil anlamına gelmiyordu.

Şimdi bazen bayramlar geldiğinde ah nerede o eski bayramlar dediğimiz o eski bayramlar kısaca anlattığım şekilde güzeldi. Niçin güzeldi? Çünkü saf ve temiz bir nesildik lüks tüketim yoktu kendi imkânlarımız nispetinde hayattan bir şeyler kapmaya çalışıyorduk. İnsanın kadir kıymeti vardı. Madde bu zamandaki gibi ilahlaşmadığından insanlığın, komşuluğun, akrabalığın hakkını vermeye çalışıyorduk ve bayramlarımız da bu yüzden ayrı bir heyecanla kutlanıyordu.

KURBAN BAYRAMI

Efendim, eski yıllarda Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasındaki tek fark Ramazan bayramında şekerin ön planda kurban bayramında da kurban etinin ön planda olması bir farklılıktı. Yoksa arifeleri, bayramları ve bayram günü yapılanlar birinde ne ise diğerinde de aynı idi. BU yüzden yukarıda yazdığım bayram kutlaması ile ilgili aynı şeyleri burada tekrarlamayacağım.

Kurban Bayramında Van halkı kendi gücü nispetinde ya tek başına koyun alır veya birkaç kişi ile ortak olarak sığır alıp kurban ederlerdi. Yani o günkü insanlar kurban kesme hususunda çok titizdiler ve kesmedikleri zaman bundan büyük üzüntü duyarlardı. Onun için şartlarını zorlayarak kurban alıp kesmeye çalışırlardı. O zamanlar kurbanlık koyun, keçi, sığırlar ulu orta yerlerde gezdirilmez ve satılmazdı. Eski Van’da kazadan, nahiyeden veya köyden gelen köylüler için onları öküz arabaları, atları, eşekleri ile kalabilecekleri özel mekânlardı hanlar. Çünkü köylü otele gitse getirdikleri eşyalar var satmak için, atı var, eşeği var. Bunlarla bir yerde kalınabilecek en uygun mekanlarda o zamanki Emer Ağanın, Hancı Mustafa’nın, Hancı Rızanın, Mehmet Emin Çelebinin, Seyidin hanları idi.

Köylü kurbanlıklarını buralara getirir ve kurban alıp kesmek isteyenler buraya gelir pazarlık edip kurbanlıklarını alıp götürürlerdi. Hayvanlar şehre girmedikleri için şehirde kirlenmezdi. Kurbanlığı alan kişi aldığı kurbanı yaz ise kendi bahçesine bağlar ve kurban bayramı gelinceye kadar hayvanın biraz semirmesine çalışılırdı. Gece olduğu zamanda hayvan tandır evine katılırdı. Çünkü o yıllarda hemen hemen her evde tandır ekmeği yapıldığı için her evin mutlaka bir tandır evi vardı. Kış olduğu zamanda yine hayvan orada kurban bayramına kadar yemi suyu verilerek bakımı yapılırdı.

Yazın Kurban Bayramı olduğunda haliyle hayvanlar o zamanki bağ ve bahçelere salınır ve çocuklarda adeta onunla arkadaş olur oynarlardı. Hele koçların tos atması da ayrı bir şeydi. Bir yandan toslamasından korkar bir yandan hiç yanından ayrılmazdık. Kurban bayramı gelip çattığında hayvan kurban edilmek üzere götürüldüğünde hüngür hüngür ağlardık.

Kurban Bayramı günü bayram namazı kılındıktan sonra doğruca ailece aile kabristanlarına gidilir ölüler ziyaret edilip kabristandan geldikten sonra kurbanlık hayvan sürüklenmeden, incitilmeden, horlanmadan adeta nazlı ve nazenin bir şekilde kesim yapılacak yere getirilirdi. Asla ve asla hayvana o günkü insanlar kötü muamele etmezlerdi ne kurban sahibi nede kasap.

Kesim yapılacak yerde ufacık bir çukur açılarak hayvan kesildikten sonra kanının burada toplanarak etrafa yayılması önlenirdi. Ve kesim mutlaka bağ ve  bahçelerde yapılırdı. Böyle şimdiki gibi caddede, sokakta, beton yollarda kesim olmazdı. Hatta o esnada kadınlar ve çocuklar bile yaklaştırılmazdı kesim yapılan yere.

Önce Kurban sahibi kasaba vekâlet verir ve ondan sonra orada hazır bulunan cemaat hayvanın gözleri bağlandıktan sonra ve usulü dairesinde yere yatılıp yüzü de kıbleye getirilir ve başı da o açılan ufak çukura denk getirilirdi. Hazır bulunanlar tekbir getirirler ve ondan sonra kasap besmele ile hayvanı boğazlardı ve bırakırdı. Hayvan deprendikçe Başından akan kanlar açılan çukura dökülürdü. Ve iyicene bekledikten sonra yüzülür ve evden getirilen bakır sinilere, kaplara hayvanın etleri bırakılırken   Ayrı bir yere de Kelle, pepik, mumbar da ayrı bir yere bırakılırdı.

Bazen ev sahibi kelle ve sakatatı istemez kasaba verirdi ve  kasap vazifesini yaptıktan sonra ücreti verilerek gönderilirdi. Hatta o zamanlar kasaplar ekseriyetle para almaz ve hayvanın derisini isterlerdi Böylece kurban sahibi ile helalleşmiş olurlardı. Kasap gittikten sonra etler genelde üçe bölünürdü. Bir hisse ev sahibine, bir hisse, komşulara, bir hissede bayram günü kapıya gelecek ihtiyaç sahibi fakirlere sunulurdu. Yani ben kestim ben yiyeyim denilmezdi. Etlerde dağıtılırken işte yağlı tarafı kemikli tarafı komşulara ve fakirlere vereyim iyi tarafı da bana kalsın gibi bir düşüncede kimse olmazdı. Etler Allahın rızasına uygun bir şekilde dağıtılırdı.

Daha kurban kesilmeden önce ocak yandığı ve için hayvanın etleri kazanda pişirilirdi. Bu arada hayvanın kuyruk tarafında olan yağları hemen pişirilerek sofraya gelirdi. Çıtıt çıtır çıtır olan bu kuyruk tarafından pişirilen tarafa da bu yörede’ Cızlığ’ denirdi ve biz çocuklarda o sabah kahvaltıda büyüklerle birlikte kemali afiyetle cızlık yerdik. Böylelikle kurban kesimi bittikten sonra herkes kahvaltısını yaptıktan sonra Kurban Bayramı kutlamalarına geçilirdi. İşte bir zamanlar Van’da böyleydi bayramlar diyerek  ‘Van’da eski bayramlar’ şiirimizle son noktayı koyalım.

VANDA ESKİ BAYRAMLAR

O günleri anlatmak zor olsa da

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Geçmiş günler anılarda kalsa da

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar.

*

Çikolata yoktu alırdık şeker

Balalar yığılır kapıda bekler

Biraz harçlıkla fındık isterler

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Mirav kazar fındıkları atardık

Tek atınca biz bir anda batardık

Bazı günde yükümüzü tutardık

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Çok erkenden gider idik camiye

Hepimiz alışmıştık Hafız Hemdiye

Zaten çok yakındık Küçük Camiye

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Dolup taşardı misafirlerle evler

Karşılıklı içilirdi kahveler

Derken sürüp giderdi sohbetler

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Uzak yakın gidilirdi her yere

Hatır çok mühimdi onlara göre

Bayram havasını yaşardı yöre

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Bizim mehle insanlarla kaynardı

Çocuklar melikan, kupa oynardı

Kimisi de sinemaya koşardı

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Toprak evler tertemizdi her zaman

Hele bayramlarda görseydin aman

Misafirle kaynayıp taşardı her an

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Nenem bize ayran aşı yapardı

Hane halkı kaşıkları kapardı

Tuzlu balık sofraya tat katardı

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

*

Nerde o eski bayramlar nerde?

Bütün güzellikler kaldı mazide

Toprak damlı bizim o eski evde

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar