İSLAM VE ÇEVRE

Müslüman bütün ölçülerini İslam'dan aldığı gibi, çevre ile ilgili olarak da nasıl davranması gerektiği konusunu da İslam'dan almakla mükelleftir. Zira hangi konuda olursa olsun İslam'dan sapma olduğu zaman sıkıntılar da ortaya çıkmaktadır. Bugün çevre konusunda da çok sıkıntılarımız vardır. Biz de bugünkü yazımızın başlığını “İslam ve Çevre” koyduk. Ancak konuyu detaylı anlatabilmek için makalemiz biraz uzun oldu. Bu da yazı dizisi şeklinde yayınlanabilir diye düşünüyorum.

Çevre, canlı ve cansız bütün varlıkların içinde bulunduğu tabii ortam diye tarif edilebilir. Dünyayı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan Yüce Allah’tır. Allah da, her şeyi en güzel şekilde yerli yerinde ve dengeli bir şekilde yaratmış ve insanların istifadesine sunmuştur. Günümüzde ekolojik denge diye ifade edilen bu düzen, bütün canlıların yaşaması için ideal olan, eksiği bulunmayan bir sistemdir.

Yüce Allah’ın bütün insanlığın kurtuluşu için göndermiş olduğu ve evrensel ilkelerle donattığı İslam dini çevre konusuna, ekolojik dengenin korunmasına, yaşanabilir, temiz, müreffeh bir dünya için kayıtsız kalmamıştır. Bu konuda gerek Kur ’anda olsun gerekse hadisi şeriflerde olsun birçok emir ve tavsiyeler vardır.

Ayeti kerimede Yüce Allah ‘Her şeyi bir ölçüye göre yarattığını’ (Kamer 49), ‘Dengeyi koyduğunu, dengenin bozulmaması’ (Rahman 8) gerektiğini açıklamıştır.

Allah’ın yarattığı varlıklar arasında en değerlisi insandır. İnsan da diğer varlıklardan farklı olarak akıl, fikir, irade, konuşma, düşünebilme gibi üstün özelliklerle donatılmıştır. Dolayısıyla insan yaptıklarından veya bazen de yapmadıklarından sorumludur. İnsanın öncelikli sorumluluğu Allah’a ikinci sorumluluğu da Allah’ın diğer mahlukatına karşıdır. İnsanların birbirlerine karşı sorumlulukları olduğu gibi, tabiata karşı, çevreye karşı da sorumlulukları vardır.

İnsanın çevreye karşı sorumluluğu, çevrenin tabii dengesini bozmadan ondan ölçülü bir şekilde faydalanmaktır. Yerin, göğün, dağların, denizlerin yaratılmasında bir denge vardır. Yine çeşit, çeşit bitkilerin, meyvelerin, sebzelerin, ormanların, nehirlerin insan yaşamına çok büyük katkıları vardır. Bunlar tabii bir denge ile varlıklarını sürdürmektedirler.

Bu konuda Yüce Allah bizlere bahşettiği nimetleri de hatırlatarak şöyle buyurmaktadır: “(O öyle lütufkâr) Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı. İzni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi. Nehirleri sizin (yararlanmanız) için akıttı” (İbrahim 32)

Suyun yerden buharlaşması, yükselmesi, başka yerlere bulut halinde gitmesi ve bu bulutların yoğunlaşarak tekrar kar veya yağmur halinde yeryüzüne inmesi, büyük bir olay ve aynı zamanda Allah’ın büyük bir lütfudur. İşte bu inen su ile insanlar, hayvanlar ve bitkiler varlıklarını devam ettirmektedirler.

Yeryüzünün üçte ikisini kaplayan denizlerin de doğal dengenin korunmasında önemli bir etkisi vardır. Yine Yüce Allah, o yumuşacık olan suya kaldırma kuvvetini vererek binlerce ton ağırlığındaki demir yığını halinde bulunan gemileri yüzdürerek insanlara ne kadar büyük bir lütufta bulunmuştur. Hele günümüzde dünya ticaretinin büyük bir kısmının deniz yoluyla yapılması bu konunun önemini daha da artırmaktadır.

Aynı ayette vurgulanan diğer bir konu da, nehirlerin çıktıkları yerlerde tutulmayıp akıtılmasıdır. Bu akan nehirler de gittikleri yerlere adeta hayat verirler. Örneğin Nil nehri 6700 km. Yol kat etmektedir. Nil nehri Tanzanya’dan başlayarak Kenya, Ruanda, Buruni, Kongo, Uganda, Sudan, Etiyopya ve Mısır’dan geçerek Kızıldeniz'e ulaşmaktadır. (Meydan Larousse)

Yine Türkiye'den çıkan Fırat nehri Suriye ve Irak’ı geçerek Basra körfezine dökülmektedir. Suyun temel yaşam kaynağı olması göz önünde bulundurulunca, suların nehirler vasıtası ile akıtılması Allah’ın dünyayı ne kadar dengeli yarattığını da göstermektedir.

Bunca nimete rağmen insanoğlu, ihtirasları yüzünden doğal kaynakları ölçüsüzce tüketmesi, tabiata zarar vermesi ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir. Doğal dengenin bozulması da insanlarla beraber diğer canlıları da olumsuz etkilemektedir. Erozyonların, sellerin çoğalması, havanın ve suyun kirlenmesi de en çok canlıları etkilemektedir.

İslam dini her zaman ifrat ve tefritten uzak, mutedil bir hayatı, dengeli ve ölçülü bir hayatı tavsiye etmektedir. Dolayısıyla doğal kaynakların hoyratça, sorumsuzca tüketilmesi İslam tarafından hoş karşılanmaz.

Doğal dengenin korunmasında, çevrenin güzel ve yaşanılabilir olmasında ormanların, ağaçların, yeşilliklerin önemi de çok büyüktür. Zaten güzel dinimiz İslam, ağaç dikmeyi, çevreyi temiz tutmayı sadaka olarak yani ibadet olarak değerlendirmektedir. Sevgili Peygamberimiz (sav) hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bir Müslüman bir ağaç diker, ekin eker de, ondan bir kuş insan veya bir hayvan ondan bir şey yerse bu kendisi için sadaka olur” (Buhari, Hars ve Müslüman I,III 66, Müslüm, Musakat,2 II.1188). “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz dahi imkânınız olsa elinizdeki fidanı diksin” (Ahmet, III,191,184) 

Meyveli veya meyvesiz ağaç dikmek dinimizde bu kadar önemlidir. Tabi kişi sadece kendisi tek faydalanmak için de değil, kendinden sonra gelecekler için de ağaç dikmelidir. Şöyle hikmetli bir hikâye anlatılmaktadır. Birgün Abbasi halifesi Harun Reşit kıyafetlerini değiştirerek çevreyi teftişe çıkar. Bakar ki yaşlı bir kişi var gücüyle çalışarak ağaç dikmektedir. Harun Reşit yanına gider selam verir ve adama der ki:

-Ey Bey baba! Bu ağaçları dikiyorsun ancak yaşın ilerlemiş, bu ağacın meyvesi sana nasip olmaz der. Bunun üzerine adam cevaben der ki:

-Bizden öncekiler ağaç diktiler, biz de onların diktiklerinin meyvelerini biz yedik. Biz de dikelim bizden sonra gelenler yesin diye cevap verir. Bu cevap halifenin çok hoşuna gider. Hizmetçisine emreder: bu adama bir kese altın ver der. Bunun üzerine adam:

-Allah’a hamd olsun ki, diktiğimiz ağacın meyvesini hemen verdi. Bu söz de halifenin hoşuna gider. Yine hizmetçisine bir kese altın daha vermesini söyle. Bunun üzerine yaşlı adam:

-Allah’a hamd olsun ki senesi dolmadan ağaçlarım iki kere meyve verdi. Der.

Kıssadan çıkaracağımız hisse, biz de bizden sonra gelecek olan nesilleri de düşünmek zorundayız. Doğal kaynaklarımızı bitirmemeliyiz. Zira bizler bu dünyayı yaşanabilir bir şekilde bizden öncekilerden emanet aldık. Bizden sonrakilere de yaşanılabilir bir şekilde emanet edeceğiz.

Temizlik üzerine kurulmuş olan dinimiz İslam, beden ve ruh temizliğinin yanı sıra çevre temizliğine de çok büyük ehemmiyet vermiş adeta imandan saymıştır. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘La ilahe illallah’ sözü, en aşağı mertebesi de yoldan gelip geçenlere eza veren şeyi kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir”(K.Sitte c.10,S.391)

Görüldüğü gibi bu hadisi şerif yolların temiz tutulmasını, gelip geçenlere sıkıntı veya tiksinti veren her şeyi ‘eza’ kapsamında değerlendirmekte, bunların giderilmesini, çevrenin temiz tutulmasını da imandan bir şube olarak kabul etmektedir.

Günümüzün stresli yaşam koşulları da göz önünde bulundurulduğu zaman, doğayla baş başa yeşillikler arasına çıkmak, dinlenmek, piknik yapmak da adeta bir zorunluluk halini almıştır. Tabi bu durumda piknik yerlerinin bakımı, temizliği, yeşilliğinin korunması da çok büyük bir önem arz etmektedir.

Mesire yerlerinin, yolların kirletilmesi konusunda Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)’in bu uyarılarını da unutmayalım: “İki hususta lanetlenmekten sakının. O iki şey nedir? Ya Resulallah! Diye sorulunca Resuli Ekrem (sav):

-Halkın yollarıyla gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır” buyurdu.(Müslüm, Ebu Davut)

Hz. Peygamber (sav)’in yaşadığı dönemde çevreyi kirletecek olan etkenler nispetten daha azdı. Günümüzde teknolojini gelişmesiyle çevreyi olumsuz etkileyecek unsurlar da çoğalmıştır. Kimyasal atıklar, sera gazları, fabrika atıkları ve çok yaygın olarak kullandığımız ambalaj atıkları, pet şişeler, poşetler, sigara izmaritleri de bilinçsizce atıldıkları zaman büyük bir çevre kirliliğine yol açmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav), yollara tükürülmesini dahi yasaklamışken, Müslümanların caddelerini, sokaklarını, park ve bahçeleri kirletmeleri kabul edilecek bir durum değildir. Son olarak bir ata sözü ile bitirelim: “aslan yattığı yerden bellidir”.