Her gün maalesef manşetlerden düşmeyen gündem maddelerinden biri kadın cinayetleridir. Her türlü önlemleler rağmen kadın cinayetinin olmadığı gün yoktur. Gerek mevzuatta olsun gerekse polisiye tedbirleri olsun bütün çabalar kadın cinayetlerini önleyememektedir. Durum böyle olunca bu işin polisiye tedbirleriyle çözülemeyeceği açıktır. Zira 24 saat herkesin başına polis dikemezsiniz. Dikseniz dahi bu sorunu çözmeye yetmiyor.
Peki kadın cinayetlerinin psikolojik, sosyolojik, ahlaki sebepleri hiç inceleniyor mu? Yüce Allah'ın: "Birbirleriyle huzur, sükûn bulsun..." (Araf 7/189) diye yarattığı, birbirini severek bir araya gelen, birbirleriyle hayatlarını birleştiren, birbirleriyle evlenen kişiler neden birbirlerinin canına kast ediyorlar. Cinayet işliyorlar.
Bu işin bir eğitim boyutu var. Ahlaki boyutu var. Sosyolojik boyut vardır. Gelişen teknolojinin hayatımıza olumsuz yansımaları da olmaktadır. Hız ve haz tutkusu da bazı insanlarda sağlıklı düşünmeyi, doğru karar vermeyi zorlaştırmaktadır. Artık günümüzde dünya bir ölçüde küçülüp cebe sığar olmuştur. İşte cebe sığan dünya insanları da kabına sığmaz duruma getirmektedir. Kabına sığmayanlar da başka arayışlara, başka zevklerin peşine takılarak yuvalarını dağıtmakta, durumlar kontrolden çıktığı zaman da cinayetler işleyebilmektedir.
Aile saadetinde sevgi, saygı, sabır ve sadakat olmalıdır. Eşler veya nikahsız bir arada yaşayanlar bir ölçüde birbirlerini severek bu işe başlıyorlar. Birbirlerine sadık olmayınca sevgi kısa sürede bitiyor, sonra düşmanlık ve arkasında cinayetler...
Bizim kültürümüzde kadın beyaz gelinlikle girdiği eve, beyaz kefenle çıkardı. Ancak ahlaki çöküntünün bir sonucu olarak bu durum erozyona uğramaktadır. Aile içi şiddet ve boşanmalar ve arkasında cinayetler maalesef bütün tedbirlere rağmen önlenemiyor. Peki bu tür aile içi şiddeti ve cinayetleri önlemenin bir yolu yok mudur? Elbette vardır. Ancak böyle bir yöntemi deneyecek, uygulayacak irade yoktur.
Şimdi normal şartlarda evlilikleri ömür boyu sürdürmek üzere kurmak gerekir. Ancak gerçekten makul sebeplerden dolayı bu evliliği sürdürmek kadına da erkeğe de zarar veriyorsa usulünce ayrılmak gerekir. Bu konuda da Yüce Allah'a kulak verelim: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, haberdardır" (Nisa 4/35)
Demek ki eşler en ufak bir problemde hemen mahkeme kapılarına koşmayacaklar, evlerini terk etmeyecekler. Eşler arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktığı zaman aile büyüklerine danışacaklar. Kadının ailesinden bilgili, anlayışlı bir kişiyi, yine erkeğin ailesinden de aynı şekilde bilgili, anlayışlı, yol yordam bilen birer kişi o eşler arasında hakemlik yaparak onları uzlaştırmaya, barıştırmaya çalışacaklardır. Ancak bütün çabalara rağmen o evlilik sürdürülemiyorsa, eşler birbirinin mahremiyetlerini ifşa etmeden, birbirlerini kırmadan usulünce ayrılacaklardır.
Yüce Allah'ın helaller arasında en sevmediği şey talaktır, yani boşamadır. Boşanan eşlerin bir de nafaka konusu vardır ki bu da erkeğin sorumluluğudur. Erkeğin boşadığı karısı hamile ise çocuğunu doğurana kadar, hamile değil ise üç aya kadar nafakası onu boşayan eşine aittir. Çok kısa bir süre evli kalıp nerede ise ömür boyu nafaka almak da bu işin istismar edilmesine sebep olmaktadır. Zaten bu konu kamuoyu tarafından tartışılmakta, bir düzenlenme beklenmektedir.