KUR'AN'IN HAYAT AÇISINDAN ÖNEMİ

Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
    Günümüzde Müslüman'ım diyen topluma bakıldığında toplumun her şeyden hissedar olduğu, fakat Kur'an ve Sünnet bilgisinden yeterince hissedar olmadığı görülecektir. En bilinmeyen ve farkında olunmayan adeta "Kur'an", en meçhul kişi de adeta Hz. Muhammed (s.a.v) dir. Günümüz Müslüman'ın en büyük sıkıntısı, Kur'an ve Sünnet bilgisinden yoksun olmasıdır. Bu mesele hal olmadan İnsan kendisini yaratana hakiki manada kul olamayacak ve niha-i mutluluğa eremeyecektir. İnsan hayatı içinde bir rehber durumunda olan Kur'an-ı Kerimi eğer dışlamışsa, onu hayatının içinde değil, hayatının dışında görüyor ve hayatına uygulamıyorsa, arzuladığı ve amaçladığı geleceğe doğru ve makul kriterlerle ulaşması asla mümkün olmayacaktır.
    Bugün Müslüman'ın hayatında Kur'an-ı kerim bir süstür, Bir zinettir. Toplumun genel durumu şudur. "Evlerine ahım şahım vitrinler alırlar, Kur'an-ı Kerimi altın yıldızlı ciltleriyle birlikte oraya koyarlar ve yanına da altın yaldızlı dini kitaplar koyarlar. Yani Kur'an-ı Kerim ve o kitaplar, o vitrinler içinde hâşâ bir biblo, bir zinet eşyası gibi dururlar. Bugün dini hayatla pek alakası olmayan insanların evinde bile Kur'an vardır. Ama nasıl vardır? Güzel bir kılıf içerisinde bir tarafa asılmıştır. Yalnızca o kadar. Ama nedir? Bize ne söylüyor? Mesajı nedir? Hiçbiri yok. Yani Kur'an evde yalnızca şeklen vardır. Ha birde zamanı geldiğinde ölmüşlerin ruhuna ara sıra okunur. Hatim çıkarılır. Hatta bu hatimler parayla satılır. Bundan hem ölüler ve hem de diriler menfaatlenir. Oh ne güzel! İşte hepsi bu kadar.    
    Hâlbuki Kur'an; insanın aklına, beynine kısacası ruhuna itikadi yönden hükm etme, sonrada onun toplumsal hayatının işleyişini tanzim etmek için inmiştir. İşte bunun için Kur'an-ı Kerimi sık sık okuyacağız. Yani lisanen tekrarladığımız gibi onu vicdanen de tekrar edeceğiz. Sadece lisanımızla hatim indirmeyeceğiz. Vicdanımızla, aklımızla, hal ve hareketlerimizle de hatim indireceğiz. Hz. Peygamber (s.a.v) in sünneti budur. İşte O Habib-i Zişan bi grup gördüğü zaman "Gelin toplanın içinizden birisi Kur'an okusun" derdi. Bunun manası, Cenabı Allah'ın gönderdiği ve insanların duyması icap eden ilahi manaların tekrar edilmesi stratejisidir. Toplumda şimdi yapılan nedir; "Hicaz, Rast, Hüdavendigar, Saba" vb. makamların edasıdır. Bu ise Kur'an-ı Kerimin lafzının musikiye tatbik edilmesi demektir. Şimdi bu nerede, Kur'an-ı Kerimin getirdiği mana ve mefhumlar nerede? Kuranın geliş amacı nerede? Maalesef bugün toplumda en az bilinen şey Kur'an'ın mana ve mefhumlarıdır. Kur'an'ın mesajıdır. Buhârî fezailul-Kur'an bahsinde şöyle bir hadisi şerifi rivayet eder. "Hz. Peygamber (s.a.v) Kur'an-ı kalplerinizin ürperdiği müddetçe okuyunuz. (Kalbiniz başka yere giderek) ondan uzak kaldığınızda kalkınız." Diye emir etmektedir.
    Yine başta Buhârî ve diğer bir kısım Hadis kitaplarında Hz. Peygamberin (s.a.v), bir gün ashabıyla (dokuz, on kişi olarak ) oturuyordu. Buyurdular ki "İçinizden ileri tarihlerde öyle insanlar gelecek ki sizden çok Kur'an-ı Kerim okuyacaklar." Ashabı kiram çok müteessir oldular. Nasıl olur gece gündüz bununla meşgulüz her şey buna göre tahsis edilmiş gibidir. Yani o zaman biz kusurluyuz- manasında çok müteessir oldular.
    Hz. Peygamber (a.s.v) "Yok müteessir olmayın onlar sizden çok Kur'an-ı kerimi okuyacaklar ama (mübarek eliyle gırtlağı ile kalbini işaret ederek) buradan buraya geçemeyecek dedi."
    Maksat Kur'an-ı Kerimi çok okumak değildir.  Maksat Kur'an-ı Kerimi değişik makamlarda okumak da değildir. Şüphesiz ki Kur'an-ı Kerimi okurken telaffuzuna dikkat edeceğiz. Vacip olan tecvitleri yerine getireceğiz. Amma en fazla dikkat edeceğimiz şey Kur'an-ı Kerimi okurken onun ne dediğini anlamaya çalışmalıyız. Ve aynı zamanda onun söylediklerini hayatımıza geçirmemiz gerekmektedir. Kısacası marifet onu anlamadan okumak değil, yavaş yavaş ama anlayarak okumaktır.
    Resul-i Ekrem (s.a.v) bir gün sahabeden Abdullah B.Amr-ı çağırtarak ona şöyle diyor "Ben işitiyorum ki sen bir günde (hatta bazı rivayetlerde bir gecede) Kur'an'ın tamamını hatm ediyorsun, gündüz de oruçlu imişsin" oda: "Evet Ya Rasulullah" diyor. Hz. Peygamber(a.s.v) "Yok böyle yapma Kur'an-ı Kerimi bir ayda hatmet" diyor. Abdullah (r.a) "Ya Rasulullah bir gecede Kur'an-ı hatmetmek beni yormuyor, beni sıkmıyor. Bünye itibariyle çok dayanıklıyım" diyor. Hz. Peygamber (s.a.v) onun bu ısrarını görünce "o zaman yirmi beş günde bitir" deyince Hz. Abdullah (r.a) ısrarına devam ediyor. Onun bu ısrarına binaen H.z Peygamber (s.a.v) 20-15 diye gittikçe iniyor. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) neticede onun yedi günden daha az bir zamanda Kur'an-ı kerimi hatmetmesine müsaade etmiyor.
Şimdi soruyoruz "Bir günde Kur'an-ı Kerimi bitirebilen sahabiye Hz. Peygamber (s.a.v) neden bir ayda bitir diyor?" Çünkü Kur'an-ı Kerimin anlamını tam anlayıp hatm edilmeden, sadece telaffuz edilmesi, onun nuzûl amacını karşılamıyor. Yani Kur'an-ı Kerim sadece telaffuz etmek için inmedi. Ama maalesef insanlar onu sadece dilleriyle telaffuz ediyorlar. Kulakları duyuyor velâkin içeriğini anlamıyor. İlahi mesajdan haberleri olmuyor. Kur'an ayrı bir vadide bizlerde başka bir vadideyiz. Birbirimize tamamen yabancıyız. Biz Kur'an'a hicret etmemiz gerekirken, Kur'an dan hicret etmişiz. Amma ne acıdır ki bununda farkında değiliz.