Şöhretten Sefalete Düşen Yıldız

   O gün sabah gazetelerinin birinci sayfalarında kocaman fotoğraflarının altında cinayet haberleri gibi heyecanlı yazılar vardı:
- «Cahide Sonku'nun parçalanmış elbiseleri ve evrakı Ayasofya Meydanı'nda bulundu. Polis bir cinayet ihtimali üzerinde duruyor...»
Ertesi gün birinci sayfalarda aynı konuda yeni haberler çıktı:
Bu haberi okuyan gençler: «Cahide Sonku da kim?» diye dudak büktüler. Fakat orta yaşlılar, onun bir prenses, hatta bir kraliçe hayatı yaşadığını bilenler şimdi bu hazin günleri gören kadın için: «Vaktiyle, onun yaşadığı hayatı Türkiye'de hiçbir kadın yaşamamıştı. Sigarasının külünü altın tabaklara silkerdi. Pabuçlarının üzerindeki parlak taşlar hakiki pırlanta idi...» diye başlayan konuşmalara daldılar.
    O zamanlar Tepebaşı'ndan İstanbul’a tramvaylar inerdi. Parlak raylar Üzerinde kayan kırmızı ve yeşil arabalar... Güneşli bir sonbahar günü, tramvay Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun önündeki durakta durmuştu. Tiyatronun camlı kapısı açıldı. Önce sarı saçlı bir kadın, arkasından, saçları ensesine inmiş bir erkek acele adımlarla dışarı çıkmışlar ve bulunduğum tramvayın arka sahanlığına binmişlerdi. 
    Güzel kadın Cahide Sonku'ydu. Konuştuğu erkek de, o zamanlar Şehir Tiyatrosu'nun jönprömiyelerinden Talat Artemel... Cahide ile Talat yeni evlenmişlerdi. Aşkları, tiyatro seyircileri tarafından biliniyordu. Cahide Sonku, şimdiki en şöhretli sinema yıldızlarından daha meşhurdu. Bütün memleket onu tanıyordu. Tiyatro ve sinemayı sevenler, hele çocuk yaşta iseler, şöhretli oyunculara bir tanrıça gibi bakarlar. Ben de o gün Cahide'yi hayranlıkla, hatta heyecanla seyrediyordum. Tramvay Karaköy'e gelince
indiler, Kadıköy vapuruna doğru yürüdüler.
    Bu hatıranın bunca yıl aklımda kalması, Cahide hayranlığının belirtisidir.
    Yalnız yeni yetişen çocuklar değil, çok büyükler de Cahide'ye o yıllarda hayrandı. Nasıl «Greta» deyince akla Greta Garbo gelirse, «Cahide» sözü edilince milyonlarca insanın hayalinde bu sarı saçlı güzel kadın canlanırdı.
1933-35 yıllarında, «Darülbedayi», sahnesine şarkılı, danslı, orkestralı operetler çıkarıyordu: «Üç Saat», «Deli Dolu», «Aşk Mektebi», «Lüks Hayat»... Cahide Sonku, bu operetlerde balerin olarak sahneye adımını attı. Fatih'te, Sultan selim’deki Cumhuriyet Kız Ortaokulu'nu bitirmiş, birkaç yıl öğretmen olmak için çalışmıştı. Parasız yatılı okullardan birine girmek istiyordu. 
Yüzbaşı Necati Bey'in kızı Cahide, Yemen'de doğmuştu. Kıvırcık siyah saçlı, buğday tenliydi. Kız kardeşleri de iyice esmerdi. Cahide, bir iki operette dans ettikten sonra hemen Muhsin Ertuğrul'un dikkatini çekti. Operetlerde «bale»ye çıkmaktan «prose»a geçti. Artık sözlü rolleri vardı.
     Yarım asırlık «Darülbedayi»nin tarihinde hiçbir kadın veya erkek oyuncu Cahide Sonku kadar, dik bir grafik çizerek yükselmemişti. 17 yaşındaki genç kız, alelade bir dansöz iken operetlerin başrolüne geçivermişti. Seyirciler arasında dedikodular dolaşıyor, «Muhsin Ertuğrul bu genç kıza aşık olduğu için başrole koydu» diyorlardı.
Oysa, Cahide gerçekten büyük kabiliyetti. Şehir Tiyatrosu'nda yetkili rejisör kim olursa olsun o sahnede büyük şöhret yapacaktı. Netekim öyle oldu. «O Kadın» piyesi o zaman için rekor sayılacak sayıda temsil edildi. Cahide Sonku, bir «prima donna» olmuştu tiyatroda... Hem çok güzel kadındı, hem de çok kuvvetli aktris... Şehir Tiyatrosu o güne kadar
aktris görmüştü, ama onun gibi çok güzel kadın görmemişti.
    «İstanbul Sokakları'nda» filmini çeken ilk film operatörlerinden Cezmi Ar ile kısa bir süre için hayatını birleştirmiş olan Cahide Sonku hakkında çıkan söylentilere genç aktör Suavi Tedü'nün de adı karışıyordu. Çıkan sözlere göre, iki genç ve güzel insan büyük bir aşkla sevişiyordu. Hele «Cyrano De Bergerac» temsili sırasında Suavi ile karşılıklı oynaması bu söylentileri büsbütün arttırmıştı. Ama Cahide sahne arkadaşı Talat Artemel ile 1936'da evlendi. Bu evlilik 1938'e kadar sürdü.
Cahide Sonku Talat Artemel'den boşandıktan sonra üç yıl tam bir şen dul hayatı yaşadı. Hayatının en güzel ve mutlu günleri muhakkak bu yıllarda geçti. «Bütün ömrümün en büyük aşkını bu yıllarda yaşadım. Sevdiğim adamın adını şimdi açıklayamam. Çünkü evli ve çoluk çocuk sahibidir» diyen ünlü tiyatro ve film yıldızı nihayet 1943 yılında bir «para izdivacı» yaptı ve mülti milyoner   İhsan Doruk'la nikâhlandı.
   İhsan Doruk'la evlendikten sonra bir eli yağda, bir eli balda olan Cahide artık «Doruk» soyadıyla sahneye çıkıyordu. Fakat evindeki servet ile çalıştığı tiyatrodan aldığı aylık arasında o kadar büyük fark vardı ki Cahide Doruk bir gün Şehir Tiyatrosu'na «Allahaısmarladık, bundan sonra biraz rahat etmek, kendi hayatımı daha derinden yaşamak istiyorum» dedi.
Fakat aynı yıl bu büyük evlilik boşanmayla nihayetleniyor ve tanıdıklarının
parmaklan ağızlarında kalıyordu. 
    1951 yılına kadar gene dul bir kadın olarak yaşadı. Tekrar Şehir Tiyatrosu'na dönmüş ve eskiden olduğu gibi bir yandan da film çevirmeye devam etmişti. Hele Muhsin Ertuğrul ile çevirdiği «Şehvet Kurbanı» adını en ufak Anadolu kasabasına kadar duyurmuştu.  Daha «Bataklı Damın Kızı Aysel» filmini çevirdiği zaman bütün memleket onu tanımıştı. Ama, «Şehvet Kurbanı» ve daha sonra  Cüneyt Gökçer'le çevirdiği «Vatan Yahut Silistre», Cahide Sonku'yu bugün bile hiçbir filim artistinin erişemediği şöhret zirvesine çıkarmıştı. 
    1951'de üçüncü eşi İhsan Doruk'la tekrar evlendi ve ondan Ender adında bir kızı oldu. Dördüncü evliliği dört yıl sürdü, İhsan Doruk'tan 1955'te boşandı. Bu dört yıl içinde büyük bir film şirketi kurmuştu. «Sonku Film» firması o zamana kadar Türkiye'de hiçbir filim prodüktörünün yapamadığı büyük filmleri çevirmişti. Zeki Müren'e çevirttiği «Beklenen Şarkı»ya 100.000 liraya yakın para sarf etmiş ve karşılığında 1 milyon liradan fazla kazanmıştı.
    O günlerde Cahide Sonku'yu bir gece Kervansaray'da gördüm. Yanında eşi İhsan Doruk ile bir karı-koca vardı. Cahide'nin mermer merdivenlerdeki ayaklarına gözüm ilişti: Pabuçlarının üzerinde hakiki pırlantalar vardı, içeri girdikten sonra arkasından konuşan kapıcı Miço,«Pabuçlarındaki parlak taşlar bile yalancı değil, gerçek pırlantadır. Dikkat edin. Yakınları biliyor» diyordu.
Cahide Doruk'un pabuçlarından gayrı o gece taktığı mücevherlerin değeri yüz binlerce lirayı geçiyordu. Kocası, büyük milyoner, kendisi de milyonların sahibiydi. Herkes önünde iki kat eğiliyor, şampanyadan başka içkiyi ağzına koymuyordu. Su diye bir şey olduğunu unutmuştu. Dünya onun için o kadar tatlı bir rüya olmuştu ki bu rüyadan bir türlü
uyanmak istemiyordu.
    Doruk'tan tekrar ayrıldıktan iki yıl sonra, film yazıhanesi, filmleriyle birlikte yandı. «Beklenen Şarkı» mahvolmuştu. O sırada Cahide Sonku, Ankara'daydı. Bu arada Devlet Tiyatrosu aktörlerinden Nuri Altınok'a aşık olduğu söyleniyordu. Yazıhanesi yanmadan önce Ankara'da film platosu kurmak ve orada Nuri Altınok'la birlikte filim çevirmek niyetindeydi.
Sigortasız olan filmler! Yanınca İstanbul'a geldi. Yaptığı tahkikat sonunda «Bu yangım yeğenim Turan Sönmez çıkardı» diyordu. O günden sonra zirveden düşüşü başladı.
     Damarlarında sıcak iklimlerin ve güney insanlarının kanı dolaşan bu saçları sarıya boyalı kadın artık alkole düşmüştü. Kendisi bunu kabul etmiyordu, ama görünen köy kılavuz istemiyordu. Bir gün çıkarmakta olduğum bir dergiye geldi. Avukat arkadaşım onun kadın arkadaşının kocasıydı. Derdini açtı:
      - «Kızım Ender'in velayet ve vesayetini istiyorum. Halbuki benim için «Gayrı ahlaki hayat sürüyor» diye mahkeme kararı almak istiyorlar. Buna engel olun. İhsan Doruk öldükten sonra milyonlarca lira kaldı. Bunun büyük kısmı kızımındır.»
Gerçekten İhsan Doruk, İspanya'da iken kalp sektesinden ölmüş ve milyonlarca liraya varan serveti karısı okuyucu Şükran Özer (Doruk) ile kızı Ender Doruk'a kalmıştı. Cahide Sonku o sıralarda Yeşilyurt'ta yaşıyordu. Kadın arkadaşı Yeşilyurt'taki hayatını bana anlatıyor:
     - «Geçen gün evindeydim. Bana 'Para bul, deli olacağım, içmezsem çıldırırım' diyordu. Boğazıma sarıldı, üstümdeki parayı verdim. Hemen içki aldı ve lıkır lıkır içmeye başladı. Sarhoş olup kendini unuttuğu zaman sakinleşiyor. Ama bu sırada birisi kızdırırsa dişi kaplan gibi oluyor. Geçen gün içki bulamamış eski boş şişeleri satıp bir şişe içki almış. Bakkal da borç vermeyi kesmiş...» 
Cahide Sonku'yu sonra Caddebostan'da yazlıkta gördüm. Cahit Irgat ile beraberdi. Haldun Dormen'in Küçük Sahne'sinde «Taşralı Kız» piyesinde oynamışlar fakat birdenbire oyunu bırakıp kaçmışlardı, ikisi de o gün içkiliydi. Bardaklar içki doluydu. Mezeleri tazeleyip beni de sofraya davet ettiler. Cahit Irgat geçmiş günlerde aynı tiyatroda Cahide Sonku ile birlikte oynamıştı. Onun «Lüks Hayat», «Deli Dolu», «Yalova Türküsü» operetlerinde balerin olarak sahneye çıktığını, Müsahipzade Celal'in «Pazartesi-Perşembe» oyununda figüran olduğunu, 1933'te «Köksüzler» piyesinden başlayıp «Hamlet», «Cyrano De Bergerac»,
«Peer Gynt», «Aptal», «Ayak Takımı Arasında», «Othello» gibi ünlü piyeslerin başrolünde oynadığını biliyordu. 
     O yıllarda kulisten hayran hayran seyrettiği kadınla şimdi hayatını birleştirmişti. Fakat buna hayat birleştirme değil içki sofrasını birleştirme denilirdi. Nitekim, bir çok kavgalardan sonra ayrıldılar. Lüleburgaz'da tiyatro kurma sevdaları da böylece suya düştü.
Cahide Sonku artık kurtuluşunu kızı Ender'e kalan milyonları ele geçirmekte buluyordu, İhsan Doruk'un son eşi Şükran Özer en büyük hasmı olmuştu. Kızının annesiydi, ama velisi, vasisi olamıyordu. Davalar, avukatlar yenileniyor, fakat Cahide Sonku arzusuna erişemiyordu. Bu yüzden de gece gündüz içiyordu.
     Cahide Sonku'ya 1933'te çevirttiği «Söz Bir Allah Bir» filminden beri her bakımdan onu koruyan Muhsin Ertuğrul, yiyecek ekmeğe muhtaç hale gelen kadına Şehir Tiyatrosu'nda 2.000 lira maaşlı bir kadro verdi. Cahide Sonku ancak bir oyunda, o da belli bir süre sahneye çıkabildi. İçki onu mahvetmişti, yerine başkasını koyup piyese devam ettiler.
     Bekâr Sokak, 30 numaralı apartmanın kapıcısı, 5 numaralı dairenin beş günden beri kapısının açılmadığını görünce polise haber verdi. Kapı kırılarak açıldı. Mobilyalı pansiyon olarak kiralanan bu evde Cahide Sonku, «kâtibim» dediği, kır saçlı bir erkekle birlikte yaşıyordu.

    Cahide Sonku «katibi» ile birkaç yıldır birlikte oturuyor, fakat onunla durmadan kavga ediyordu. Kapı kırılıp açıldığı zaman bütün tabak, çanak gibi eşyanın kırıldığı ve çamaşırların da makasla parçalandığı görüldü. Aynı gün Ayasofya yakınında bir bohça bulunmuş, içinden Cahide Sonku'ya ait evrak ve eski çamaşırları çıkmıştı.

     Polis bir cinayetten şüphelendi. Fakat «katip» dediği adam bulundu. «Buradan kaçtı gitti. Kavga etmiştik» dedi. Ertesi günü Cahide Pendik'te bir arkadaşının evinde bulununca cinayet şüpheleri kalktı ve takibat durdu. Cahide Sonku ise: «Ben kimseden şikayetçi değilim. Yalnız o Şükran Doruk var ya, işte onlar, avukatıyla birlikte benim peşime kiralık katiller taktılar. Beni para ile öldürtüp kızım Ender'in milyonlarını alacaklar» diyordu. 
     Fakir bir kenar semt kızının bu kadar parladıktan ve tam çeyrek asır debdebeli, şaşaalı bir hayat sürdükten sonra kirli eşyalı pansiyonlarda sürünürcesine bir hayat sürmesi, o günleri bilenler için çok acı bir manzaradır. Filmlerin ve piyeslerin başrollerinden, genç kadın, güzel kadın rollerinden figüran kadın, çirkin kadın, yaşlı kadın rollerine düşmesi de ayrı bir acıklı haldir.
Vaktiyle şampanya ile banyo yapabilecek kadının bugün boyalı ispirto bile bulamaması ve eskiden el üstünde yaşayan kadının bugün ayaklar altında kal-ması, ayakkabılarının üstüne pırlantalar taktırırken şimdi giyecek pabuç bulamaması Cahide Sonku dramının son perdesidir. Bakalım bu dramın perdesi, nerede, nasıl ve ne zaman inecek?


**3 TEMMUZ L971 TARİHLİ SES DERGİSİNNDEN ALINMIŞTIR.