BÜYÜKŞEHİRİ YÖNETEN STAJYERLER!…

     Değerli okurlar, ilimiz Van’da yıllardır en çok tartışılan konulardan biri de idarecilerin liyakatli olup olmadıkları sorunu. Ayrıca neredeyse bütün kesimlerin en çok tepki gösterdiği bir gerçek de Van’ın acemi birliği olarak kullanılması. Yani atananların birçoğunun ilk görevlerini Van’da yapmış olmalarıdır. İşi öğrenmeleri, liyakat, tecrübe ve birikim sahibi olduktan sonra Van’dan tayin isteyerek gitmeleri de ayrıca Van’a vurulan en büyük darbe olarak nitelenebilir.

Bu duruma yılardır Vanlılar tepki gösteriyor ama tepkiler yerinde saymaya devam ediyor…

   Vatandaş tepki göstermekte haklı. Evet, bu tepkiler hem doğru hem de yerinde bir davranış olarak görülmelidir. Ancak bunun için ortaya çok sesli tepkiler koyarak gerekli mercilere ileten neredeyse yok gibi.

“Van’ın asıl sahibiyiz” diyenler gelen yetkililerle ters düşmemek için “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle hareket ediyorlar. Birçok ortamda, yukarıda saydığım sözleri konuşur, dile getirirler ama atananlarla bir araya geldiklerinde yüz yıllık dost gibi davranırlar.

   Eğer menfaatlerine ters düşmezse bu atanan idareciler kent yerin dibine de batsa onlar için çok önemli değildir. Çünkü zaten atanan idarecilerde ortalama üç ya da dört yıllık görevleri boyunca her şeyi iyi yaptıklarını zannederler ve gittikten sonra da yanlış insanlar tarafından ne kadar hatalı olduklarını anlarlar. Ama iş işten geçer,  yani olan yine Van’a olur.  Acemi birliği olan Van’a başka birileri daha atanır ve yine aynı senaryo, yine aynı simalar, yine aynı tarz devam eder. Vanlıların deyişiyle “di hadi gineee.”

   Bu dediklerim elbette ki seçilmişler için de geçerli. Ancak bu yazımda daha çok atanmış ve yerel yöneticilerin durumunu yazmaya çalışacağım.

Ülkemizde geçmişten günümüze süregelen yanlış bir anlayış var. Belirli görevlere gelen yönetici ve bürokratlar yönettikleri toplumun içerisine girmekten kaçınırlar. Bazı görevler açısından belki toplumla çok fazla iç içe olmak uygun olmayabilir. Bu tür görevlerde bulunanların ikili ilişkilerinde mesafeli olması da anlayışla karşılanabilir.

Ne var ki, bu anlayışın geniş bir yönetici kesimi tarafından uygulanmadığını görüyoruz.

   Mesela toplumun sağlığından sorumlu bir sağlık müdürünün, örneğin sağlık hizmeti verenler ve alanlarla görüşmesi, sağlık alanındaki bazı eksikleri birebir görmesini sağlamaz mı? Sağlıktaki gelişmeleri halka anlatması doğru olmaz mı ya da bu davranışın bir görev bilinci olması gerekmiyor mu?

   Toplumun güvenliğinden sorumlu bir emniyet müdürünün, zaman zaman halkın arasına girerek değişik kesimlerle görüşmesi, onların endişe ve beklentilerini öğrenmesi çok daha verimli hizmet vermesine katkı sunmaz mı?

Kentin yönetiminde birinci derecede sorumlu olan vali Bilmez’in halkla diyaloğunu neden örnek almazlar?... Yani koltuğa yapışmak yerine onun gibi dinamik olup sahalarda gezseler ya!....

Van gibi onlarca sorunla boğuşan bir kentte işyerlerini gezen, onlarla görüşerek dertlerini dinleyen kendi menfaatini düşünmeden sadece halkı ve esnafı düşünerek bir çaba gösteren sivil toplum örgütü başkanını gören olmuş mudur?

   İşyeri sahiplerinin birçok kez gazetelere yansıyan şikâyetlerini yerinde görmek zahmetine katlanmadan bir meslek örgütü nasıl yönetilir? Anlamak zor.

Dostlar pazarda görsün” misali hareket edenlerin de derdini biliyoruz tabii..

Belediye başkanları bu süreçte hep halkın içinde.

İlginç olan seçilmişler hep hesap veren durumundalar.

   Peki, atanmış kurum amirleri neden hesap vermez? Kurumlarının başarısızlıklarının bedelini devlet ve halk niçin ödesin?

Sonra o başarısız kurum amirleri bir başka daha kaymaklı yerlerde görev alabiliyor. Maalesef çok büyük bir çelişki…

Her kurum aylık ve yıllık çalışmalarını kamuoyu ile paylaşmalı başında bulunduğu kurumu nereden nereye taşıdığını herkes bilmelidir.

Kurumlarını batırarak hiçbir özelliği olmayan insanlar bir yerlere getirilmemelidir.

Atamaların bir başarı grafiğine göre yapılması gerek…

   Eğer halkı yönetenler halk ile bir arada yaşarsa yağmurda sokak ve caddeler ne hale geliyor… İnsanlar ne zorluklar yaşıyor… Bunları yerinde görecektir.

Kaldırımların kırık dökük hallerinden, en ufak yağmurda kırık karoların altından fışkıran çamurlu sularla üstü başı çamur olan insanlardan haberdar olacaktır.

Belediye başkanlarının en çok dikkat etmesi gereken konu yapboz tahtasına dönüşen yolların durumu olmalıdır.

 Her yıl aynı yerleri yıkıp yaparak neyi amaçlıyorlar, neye hizmet ediyorlar, inanın hala anlamış değilim. “Her yıl aynı yerleri yıkıp yapıyorsunuz” diye hiç mi denetleyen, sorgulayan yok.

Bir kontrol mekanizması işlemez mi? Bu kentte yıllardır gördüğüm, maalesef aynı filmler aynı senaryolar.

     Ben belediyecilik konusunda şunu anladım: Hizmetin partisi, davası olmaz. Hizmette liyakat ve ehliyet gerek. Üzülerek söylüyorum o da bizde yok. Olsa da siyaset simsarları hemen aforoz ediyor. Önce halka büyük sözler vererek oy alıyorlar, sonra da süslü sözlerle aynı insanları oyalıyorlar. Yani önce oy alıyorlar sonra oyalıyorlar.

Belediye Başkanları işyeri sahipleri esnaf, tüccar ile toplantılar yapmalı, yapıldıysa devamı gelmelidir.

Yoksa “işte esnafı, halkı ciddiye alıyoruz” demek için bir iki kez göstermelik yapılmamalı. Bir arşiv sistemi olmalı ve toplantıların yıllara yansıyan geri dönüşümleri olmalıdır…

   Bazı idareciler aslında esnafı, halkı bir iki kez ziyaret ederler o kadar. O da adet yerini bulsun diye ya da merkeze yani Ankara’ya şirin görünmek için.

   Oysa, ilgi bekleyen öyle çok yer var ki.. Örnek isterlerse verecek çok yer var. İlgi ve bakıma ihtiyacı olan öyle yerler var ki… Bunların ancak yerinde görülerek fark edilebileceğine inanıyorum. Öyle bir çarpıklık, kirlilik, düzensizlik var ki… Bu çarpıklığa göz yummanın kent anlayışı ile nasıl bağdaştığını anlamakta sıkıntı çekiyorum.

Her şeyi çok güzel, sorunsuz göstermenin bir manasının olmadığını düşünüyorum.

   İşin özeti; caddelerini ve sokaklarını tanımayan, köylüsüyle buluşmayan kurum idarecileri, hastasıyla hemhal olmayan sağlık personeli, vatandaşın ihtiyaç duyduğu konuda hizmet veren işverenleri dinlemeyen bürokratlar, öğretmen, öğrenci ve velileri ile buluşup onların sorunlarını öğrenmeyen il milli eğitim müdürleri, ticaretle uğraşan iş yeri sahiplerinin ve sanayicilerin sorunlarını yerinde incelemeyen, üyelerinin sorunlarına eğilmeyen hatta çoğunu tanımayan sivil toplum kuruluşu başkanları ile geleceğe dair bir kent yönetimi yaratılamaz.

   Görev gereği yapılan koordinasyon toplantılarında kendi aralarında görüşerek, açılış törenlerinde ve kokteyllerde sadece üst düzey yöneticiler ve toplumun seçkinleri ile bir arada olarak bir kentin sorunlarını tanımak, anlamak ve çözmek mümkün değildir.

Bir kenti doğru yönetmek için, o kentin sokak ve caddelerini ve oralarda yaşayanları tanımak gerekir. O yörelerdeki sorunların çözüm yollarını o bölgede yaşayanların herkesten daha iyi bildiği gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır.

Yöneticileri ile buluşmuş ve sorunları çözülmeye başlamış bir kentte yaşayabilmek dileğiyle,

    Van, taze bürokratların, stajyerlerin zıplama tahtası olmasın artık! Tecrübe ve liyakata muhtacız..

YORUM EKLE