(1)

Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla

      İslam dinini gönderen Cenabı Allah olduğuna göre Dine nasıl hizmet edileceği, Hayata nasıl geçirileceği hususunu da yüce Mevla’mız, Beşerin Medar-ı İftiharı olan Hazreti Peygamber (s.a.v) vasıtasıyla beşere tebliğ etmiş, O zatın (s.a.v) varisleri olan âlimlerde bu tebligatı devam ettirmişlerdir.

       Demek dine hizmet ancak Peygamberler ve onların varisleri olan ulema-ı İslam’ın hizmet metoduna tabi olmak ve onların gittiği yol olan sırat-ı müstakim de gitmekle mümkündür. Aksi halde yapılan hizmet ümmet-î sahil-î selamete çıkarmaz.

       Cenabı Allah tarafından ilahi kanunlar manzumesi olarak gönderilen yüce İslam dini asla taviz kabul etmez. Beşer ilahi kanunları, İslam dininin ortaya koyduğu kaideler dâhilinde beşer aklı ile anlamaya ve cevarîhiyle (organlarıyla) yaşamaya gayret göstermelidir.

      Üstad Bediüzzamanın “Hücumati Sitte” adlı eserinde tespit ettiği gibi din hizmeti adı altında dinde taviz verenler şu sebeplerden dolayı taviz vermektedirler;

1 – Hubb-i Cah; denilen şan, şöhret, makam ve mevki için,

2 – Tama; denilen dünya menfaati için,

3 – Havf;  denilen ehli küfrün tehditlerinden, kınama ve itaplarından korktukları için,

4 – Menfi Milliyet; denilen kendi ırkını tutup dinin esâsâtını bu uğurda feda ettikleri için,

5 – Enaniyet; denilen ilmine ve bilgisine itimat ettiği için,

6 – Tembellik; denilen heva-ı nefsin arzularını yerine getirmek için.

      İşte dine hizmet namı altında dinde taviz verenler istikamet dairesinde hareket etmekten uzaklaşıp, İslam dininden taviz vermekle zalimlere ve kâfirlere yanaşıyorlar. Cenabı Hak bu hakikati şöyle beyan etmektedir. “Öyleyse Ey nebi hak yola dönenlerle beraber sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Cenabı Allahın koymuş olduğu sınırları aşmayın. O gerçekten bütün yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.”  [Hud Suresi 112]                                                                       “Zalimlere, Kâfirlere en ufak bir meyil göstermeyin. Yoksa Cehennemin ateşi sizi yakar. Allahtan başka sizin koruyucu dostlarınızda olmaz. Herhangi bir yerden yardımda göremezsiniz.”  [Hud suresi 113]

Hâlbuki hazreti Âdemden itibaren Peygamberlik silsilesinin son halkasını teşkil eden fahri kâinat efendimize (s.a.v) kadar gelen bütün peygamberler dini hak olan İslam’ı tebliğ ederlerken zerre kadar asla sapmamışlar ve bu konuda zalimlere, kâfirlere en edna bir meyil de bulunmamışlar, bu konuda zerre miktar taviz de vermemişlerdir. Zira peygamberlerin vazifeleri Allahtan aldıkları emirleri taviz vermeden olduğu gibi insanlara anlatmaktır. Elbette bu kafile-î nuraniye bu kadar ağır bir vazifeyi yerine getirirken düşmanları tarafından pek çok zulme, haksızlığa ve işkenceye maruz bırakıldılar. Mesela Yahudiler Hazreti Yahya’dan (a.s) dini bir mesele hakkında taviz vermesini isteyince “Ey Yahya! Bütün gücünle sımsıkı bir şekilde kitaba (bozulmamış olan Tevrat) sarıl. Sakınha taviz verme emri ilahiye ye yapış.” [Meryem 12]

      Hazreti Yahya’da taviz vermedi. Onların isteklerine rıza göstermedi ve neticede Yahudiler hem onu hem babası hazreti Zekeriya’yı (a.s) şehit ettiler.

      İşte bu misal gibi nice Peygamberler şahadet şerbetini içmeyi, kâfirler tarafından eza ve cefaya maruz kalmayı, dini meselelerde taviz vermeye tercih etmişlerdir. Dünyalık menfaatler namına yapılan bütün teklifleri red etmişler. Hakkın rızasından başka bir şeyi gözetmemişlerdir.

      Hazreti Peygamber (s.a.v) Mekke müşriklerinin her türlü dünyevi menfaat ve şahsına yönelik tehditlerine karşı Ayat-ı Kur’aniyenin sarahatiyle hiçbir zaman onların isteklerini kabul etmemiş, onlara edna bir meyil dahi göstermemiş ve tebliğ vazifesinde asla taviz vermemiştir.

      Hazreti Peygamber (s.a.v) den sonra dini İslam’a hizmet eden başta sahabeler ve sırr-ı veraset-î nûbuvvete mazhar olan o büyük zatlara bakıyoruz ve görüyoruz ki onlarda zulme, hapse, haksızlığa, şahadete razı olmuşlar ama zerre kadar dinde tavize yanaşmamışlardır. Mesela asrımızın müceddidi Üstad Bediüzzaman hazretleri dinde taviz vermediği için yirmi sekiz yıl hapse, esarete, sürgüne mahkûm edilmiş ve defalarca zehirlenmiştir. Bu mücahit zat bu eza ve cefalara rağmen zerre miktar dinde taviz vermemekle beraber, büyük bir şecaatle (cesaret) “zalimler için yaşasın cehennem“ diye haykırmıştır.

      Ne yazıkki hazreti üstada bütün bu zulümler reva görülürken bir kısım zevatta din diye bütün hayatlarını Bediüzzemanın Kur’an hizmetine karşı çıkmakla ve şahsına her tülü hakaretler yapmakla geçirdiler. Tabiki bunun karşılığında hayatlarını İstanbul’da köşklerde yaşayarak geçirdiler. Başta bütün peygamberler ve onların reisi olan Resul-i Ekrem (a.s.v) ve bütün ulema-i İslam, İslam’ın tavizsiz fiili tatbikatları açık bir şekilde bize bildiriyorki dinde taviz verilmez. Bunun içindir ki bu büyük insanlar bu uğurda canlarını ve mallarını seve seve feda etmişler. Fakat hiçbir zaman ehli dalâletin hatrı için İslam dininden taviz vermemişlerdir.

       Asrımızın müceddidi Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır. “Hakkın hatırı alidir; hiçbir hatra feda edilmez.”

Demekki tebliğ vazifesi eda edilirken;

1 – Öncelikle Ahkam-ı ilahiyeden taviz vermemeye, kitap ve sünnette mevcut olan Cenabı Allah’ın emir ve nehiylerini aynen tebliğ etmeye azami dikkat etmeli, Hakkın rızası için bir kısım ahkamı gizlemeye veya zamana göre tahrif ve tebdile (değiştirme) çalışmamalıdır.

2 – Allah’ın hükümlerini tebliğ ederken yumuşak bir lisanla hitap edip anlatılmalıdır. Bu konuda Cenabı Allah Taha Suresinin 41. Ayetinde Hazreti Musa’yı firavuna İslam’ı tebliğ için gitmesini emrettiğinde “Firavunu hakka davet için gittiğinizde ona gayet mülayim ve yumuşak söz söyleyiniz.”

Din-i Hak olan İslamiyet tebliğ edilirken;

 1 – Eğer muhatap kâfir ise inzar edilir. Yani Allah’ın azabıyla korkutulur. Eğer küfrü bıraksa o zaman tebşir (müjde) edilir.

               2 – Eğer muhatap ehli iman olup dinde laubali ise, bu kimse ciddi olarak ikaz edilir.

               3 – eğer muhatap İmanı kâmil ve ameli salih işleyen biri ise; o zaman müjdelenir.