Hiç görüp tanımadığım amcam Mehmet Remzi Kaya Çelebi'nin bir kaza neticesinde bir bacağının kaybederek albaylıktan emekli olup Ankara'ya yerleştiğini haber aldım.
Adresini bilmediğim için kendisini bir türlü bulmam mümkün olmuyordu. Bu vesile ile kızının öğretmen olduğunu öğrendim. 30 yıl önce bir Ankara seyahatimde Millî Eğitim Müdürüne çıktım. Durum anlatarak amcamın kızını hangi okulda öğretmenlik yapmakta olduğunu sordum.
Aldığım cevap şu oldu:
-Bakanlıkça yasaklandığı için bayan öğretmenlerin adreslerini vermemiz mümkün değildir.
Odadan dışarı çıktığımda, müdürün yanında bulunan bir yaşlı adam da arkamdan çıktı. Bir dakika durur musunuz diye bana selendi:
-Konuşmalarınızdan sizin Vanlı olduğunuz anladım. Ben burada Başkâtibim. Gelin size aradığınız ve istediğiniz adresi bulup vereyim. Dedi.
Adamın odasına girdik. Adresi bularak bana verdi ve ilave etti:
-Benim babam 50 sene önce Van'da memuriyet yapmıştı. Vanlılar hakkında bize o kadar güzel öyküler anlatmıştı ki, o öykülerin etkisi ile adresi size veriyorum. Çünkü babam Vanlılardan hiçbir kötülük gelmez demişti.
O anda gözerlim yaşardı ve teşekkür ederek yaşlı başkâtibin elini öperek odasından ayrıldım.
Hiçbir zaman asla unutamadığın o gözyaşları aradığım adresi bulmanın sevinç gözyaşları değildi. Van'ın bıraktığı ve Vanlıların bıraktığı güzel ve olumlu intibaların göz yaşları idi.
Erciş'te hemen herkesin çok yakından tanıdığı ve çok sevdiği, bir dönem Türkiye'deki tüm türkü severlerin vazgeçemeyeceği eşsiz ses ve TRT radyolarının değerli solisti Atakan Çelik, iki yıl önce bugün (13 Aralık 2007) aramızdan ayrılarak ebedi hayata göç etti.
Hiç kimseye kötülük düşünmeyen yüreği, küçük, büyük herkesle dost olmayı başaran kişiliği ve bulunduğu ortamları sesi ile olduğu kadar esprileri, fıkraları ile de şenlendirmeyi beceren arkadaşımız gerçek bir gönül dostuydu...İyi bir hemşeri iyi bir arkadaştı...
İki yıl önce bugün Ankara Radyosu'nda; büyük stüdyoya taşınan cenazesinin önünde unutulmaz bir tören düzenlenmişti. Törende kapanış konuşması görevi bana verildi. O gün şunları söylemiştim:
"Sesi, fiziği ve öğrenim durumu itibariyle Atakan Çelik, Türkiye radyolarında halk müziği dalında bir ilkti. Radyo mikrofonları ilk kez bu kadar yumuşak, kusursuz ve yöre ağzıyla okuyan bir sesle tanışıyordu. Kameralar televizyonlarda görüntü verirken izleyenler ilk kez böyle yakışıklı birini izliyordu. Ve radyodaki hocaları halk müziği icra eden öğrencileri arasında ilk kez bir öğretmenle karşılaşıyor, hal, hareket ve davranış olarak O'na hayran kalıyorlardı..."
Stüdyoyu dolduran meslektaşları, arkadaşları, hemşerileri, ailesi, basın mensupları ve o gün orada bulunan türkü sever yüzlerce dostu gözyaşlarını tutamıyorlardı... Konuşmam devam etti. Radyo ve radyo dışındaki yaşamından kısa bir kaç kesit sundum, radyoya ve mesleğine olan ilgisinden bahsettim... Konuşmamın sonuna doğru şunları şöyleyim:
"Dört yıl eğitim... Sonra bir süre staj ve daha sonra "ses artisti" olarak iki yıl TRT mikrofonlarında hizmet yaptı... Arkasından sahne hayatı... Ama ne ilginçtir ki, yüksek ücretler aldığı sahne hayatı, peş peşe gelen turneler, film teklifleri hepsi, rahmetliyi bir anda sarhoş etmeye yetti... O uysal kişiliği, engin ve hoşgörü dolu yüreği ile başkalarını kırmamak ve üzmemek adına bazı hatalar yaptı. Bu hatalar, başkalarına aşırı güvenmek, onları sık sık affetmek ve çok yorucu bir tempo ile dinlenmeden çalışıp, sayısız toplantı ve davetlere katılarak sıhhatini ihmal etmek... Bu yüzden de, sağlığı genç yaşta bozuldu, bugün O'nu, yakalandığı amansız bir hastalığından kurtaramamanın acısını ve kederini yaşıyoruz..."
Ve en sonda mikrofondan ayrılırken hakkında söylenen şu iki sözü de söyleyip kürsüden indim:
"Biri hayatta, öteki rahmete gitmiş iki büyük sanatçının O'nun için söylediklerini burada tekrarlamak istiyorum: Sanat güneşimiz merhum Zeki Müren, "O'nun sesini dinlerken doyamıyorum, aynı parça bile olsa tekrar, tekrar dinlemek istiyorum." demişti.
Ünlü Halk Müziği Sanatçısı Nuri Sesi güzel de, "Halk müziğinde hem sesi güzel hem yakışıklı pek çıkmıyor, Atakan, bu konuda tektir. O, hepimizi geçecek... diyordu..."
Rahmetli arkadaşımı bir kez daha burada anarken On'unla ilgili albümümdeki bazı fotoğraflara burada yer vermek istedim. Rastgele bir kaç tane seçtim...Eminim, fotoğrafları izleyen bir çok hemşerimizin, ortak arkadaşımızın ve ona hayran bir çok türkü dostu insanımızın ister, istemez yüzlerinde buruk bir tebessüm, yüreklerinde keder dolu bir heyecan oluşacak ve hepsi de derinden bir iç geçireceklerdir. Ardından yürek dolusu bir coşku ile hepsinin de birer rahmet okuyacaklarını düşünüyorum...
Seni unutmadık, unutmayacağız... Rahat uyu Sevgili Atakan...
HAKKI EMMİ
Erciş'in ünlü ve renkli simalarından söz ederken en başta, Hakkı Emi, Veli Dayı ve Helim Hoca gelir. Hakkı emi ile Helim Hoca'yı yıllar önce kaybettik.Veli Dayı'nın aramızdan ayrılması ise henüz çok yeni, birkaç ay...
Rahmete kavuşmuş bu üç kişi, yaşamları boyunca Erciş'te hep ilgi, sevgi ve saygı gördüler. Bu gün aramızda değiller ama gün yok ki, onlardan söz etmeyelim, onları anmayalım... Ne mutlu onlaraki, her mecliste, her toplantıda adları anılır, anıları dile getirilir, anlattıkları dilden dile dolaşır....
Bu gün sadece Erciş'te değil çevre il ve ilçelerde bile onları tanımayan yok. Yüzlerini görememiş ama dilden dile dolaşan nükteli anlatılarını duymuş nice yüzlerce genç kuşak bile yeri geldiğinde onları anıyor. "Rahmetli Hakkı Emi..." veya "Allah rahmet etsin Helim Hocaya..." yada "Rahmetli Veli Dayı bir gün..." diye söze ve mutlaka bu üç değerli hemşehrimizden bir fıkra, bir anı veya küçük bir öykü ile söz ediyor...
Bunlar güzel şey, öldükten sonra arkasından rahmet okuduğumuz, anlatıları ile gönlümüzde yaşattığımız kaç fani vardır ki çevremizde?...
Hakkı Emi, sağlığında kasaplık yapardı. Bu yüzden Kasap Hakkı diye de anılır. Ama, sevenleri O'nun bahsini ederken daha çok,"Hakkı Emi" diye söz ederler. Veli Dayı demirciydi. Sıcak demir işleri yapardı. Bu mesleğinin yanında O'nun çok kuvetli birde hobisi vardı: Avcılık. O kadar ki, anlattıklarının büyük bir bölümü, avcılığı ile ilgili olduğundan O'nu "Avcı Veli" veya "Avcı Veli Dayı" diye de tanıyoruz.
Helim Hoca'yı bildik bileli O hep Erciş'in Salihiye Mahallesi'nin muhtarıydı. Siyah takım elbisesi, üzerinde kösteği bulunan yeleği ve başındaki fötr şapkasıyla her zaman dikkat çekerdi... Asıl adı "Abdulhalim" olan merhum hemşehrimizin renkli kişiliği ve ünü, Hakkı Emi'den, Veli Dayı'dan geri kalmazdı...
Hakkı Emi, yaşlanıp kendini emekliye ayırdıktan sonra, kendi gibi rahmete giden oğlu Osman'ın kahvesine takılır çok zaman orada dostları ile muhabbet ederdi. Sevenleri O'nu orada görünce hemen çevresini kuşatır, başlarlardı konuşmaya:
"-Hakkı Emi, askerdeyken hanı bir gün uçağa binmiştin ya, rahmet babana, onu bir daha anlatsana...
Hakkı Emi de sevenlerini kırmaz anlatırdı. Anlatırken de anılarında biraz sevimli abartılar olurdu bunlar da dinleyenleri sıkmaz aksine hoşa giderdi. Bu alıntıların daha sonra dilden dile dolaşırken hayal gücü yüksek, hünerli Ercişliler tarafından bazı ilavelerle biraz daha süslendiğini ve dahada sevimli olduğunu görüyoruz...
Veli Dayı'nın da yoldan geçerken kendisini kim görürse, sohbet etmek için ya önünü keser ya dükkanına davet eder veya çok hastasıysa (aşırı hayrnı) dükanına gidip, Onu hem çalışırken izlemek hemde arada bir anlattığı avcılık öykülerini bizzat kendisinden dinlemek için gün boyu hep yanında kalırdı...
Helim Hoca'nın hem din hocalığından gelen şöhreti hem muhtarlığı ve biraz da
politika ile ilgili olması O'nu daha bir karizmatik yapmıştı. Halkla ilişkileri sürekliydi ve onlarla her gün iç içeydi.
Askerlik anılarına doyamadığımız Hakkı Emi, Avcılık hikâyeleri ile belleklerimize kazıdığımız veli Dayı ve fıkraları yanında öğütleri ile de çevresine moral ve şifa dağıtan Helim Hoca'yı burada bu kadar andıktan sonra onlardan birer alıntı veya duyum nakletmezsek onlara saygısızlık olur diye düşünüyorum.