Son zamanlarda Ak Parti'nin İstanbul seçimi üzerine o kadar çok yazılıp çizildi ki! Herkes sorunun asıl nedenini bulmak için çabalıyor. Fakat ne için çabalıyorlar anlamadım. Durum pek de o kadar karmaşık değil!
Ak Parti ilk iktidar dönemlerinde herkesi kucaklayan bir icraat görüntüsü sergiledi. Kimseyi ayrıştırmadı. Herkesi kucakladı ve toplumda tüm gerginliklere (laik-antilaik) rağmen büyük bir teveccüh oluştu.
Bu rüzgârla Ak Parti büyük bir ivme kazandı. O kazandığı gibi ülke de kazandı. Böylece Tayyip Erdoğan hiç kimseye nasip olmayacak bir başarıya imza attı. Yüz yıldır çözülemeyen ve hep inkâr edilen Kürt sorununa el attı. Ezilip hor görülen Müslümanlara öz güven kazandırdı. On yıl içinde sadece Türkiye'nin değil dünyanın da takdir ettiği bir lider karizmasını yakaladı.

 


          Tayyip Erdoğan büyüdükçe ekibi de büyüdü. Türkiye de… Sonra her ne olduysa Başkanlık sisteminden sonra oldu. Bütün yetkileri elinde toplamak ağırlığı ister istemez aşağıyla olan diyaloğu zayıflatmaya başladı. Aşağıyla diyalog zayıflayınca doğru adam seçimlerinde ve atamalarda yanlışlıklar baş göstermeye başladı.

 


        Peki, neydi aşağıyla diyalog?
Aşağıyla diyalog, ekibi birebir tanımaktı. Onlarla birebir hareket etmekti. Ak Parti'de birlikte yola çıkılan ve hep beraber alınan kararların merkeziydi. Bu merkezde çok iyi çok yetkin, kaliteli adamlar vardı. Ve bu kişiler Ak Parti'ye büyük katkı sundular. Her kaale alınan istişare Ak Parti'nin de yanlış yapma lüksünü engelledi.
Aşağıyla diyalog, aynı zamanda halkla kanalların açık olması anlamına geliyordu. Bu diyalog sayesinde Tayyip Erdoğan'a ulaşmak mümkündü. Tayyip Erdoğan böylelikle aşağıdan aldığı doğru haberlerle bire bir muhatap olabiliyordu. Ve bu durumda yanlışlık yapmak oldukça zordu.

 


        Aşağıyla diyalog atamaların sarih bir haliydi. Önce bakan kişiyi tespit ediyor bu tespit yanlışsa Başbakandan dönüyor daha da vahim bir durumda Cumhurbaşkanına kadar gitmiyordu. Yani üçlü ancak çok önemli gözler tarafından teşhis edilen takip edilen, değerlendirilen bir atama süreciydi bu! Yanılma payı daha da azdı.

 


      Aşağıyla diyalog kopunca atamalar Başkanlık sisteminin seçilmiş bürokratlarına kalıyordu. Onlar da ne kadar titiz davranırlarsa davransınlar bir siyasi süzgecin terbiyesinden bihaberdiler. Doğru kişiyi tespit edip sunmaları zordu.
Aşağıyla diyalogda yanılma payı daha azdı. Orada tek bir fikir değil geniş tabanlı bir mutabakat vardı. Liberal bir anlayış da hâkimdi dinci de Atatürkçü de… Herkes kabulleri ölçüsünde ancak yetenekleri dâhilinde yetenekleriyle keşfedilirdi. Yani atamalar tek tip olmazdı. Bu diyalog vasıtasıyla sadece imamlar görev almazdı. Her kesimden insan kucaklanırdı.
Aşağıyla diyalog sayesinde insanlar küstürülmezdi. Tek bir yanlış yaptı diye Mehmet Şimşek gözden çıkarılmazdı. Ali Babacan'a yol verilmezdi. Hüseyin Çelik gibi bir kabiliyet göz ardı edilmezdi. Abdullah Gül gibi bir değer, yani hep birlikte yola çıkılan ve dikenlerle her yeri yaralanan kişiler bir anda yok edilemezdi.
Yukarıda saydığım isimler birçok hata ve eksikleri ile sürece önemli değerler kattılar, eğer ihanet yoksa devam edilebilir AK parti kendini yenileyerek değiştirebilirdi.

 


Bu ismi geçen isimlerle yeni parti yâda partiler kurulacağı yönünde söylemler gün geçtikçe artıyor. Bence bugünün Türkiye'sinde hangi cenahtan olursa olsun bu şartlarda kurulacak her parti yok olmaya mahkûmdur. Yeni bir partiden ziyade zamanın ruhunu okuyacak akıllarla siyasilerin, insanların önce kendilerini sonrada partilerini değiştirmesi çok daha doğru olacaktır.

 


Yoksa hep aynı simalar, aynı aktörlerle dön dolaş gel yine gel türküsünden öteye gitmez.
Evet, kesinlikle değişim ve dönüşüm şart ama bu değişim siyasilerin kendisinde olmalı.
Kendini değiştirmeyenler toplumlarını ve ülkelerini değiştiremezler…
Velhasılı kelam biz diyaloğu kaçırdık.
Şimdi sorarım size diyalog olmadan, istişare etmeden, görüşlere değer vermeden yanlışlıklar görülebilir mi?
Yanlışlıklar tespit edilebilir mi?
Hatalar düzeltilebilir mi?