1963 yılında hayata geçen Emek Sineması (kışlık) ilk önceleri inşaatı devam ederken giriş salonunda faaliyete girdi ve makine dairesi bile yoktu . Makine Balkona çıkan merdivenler bırakılmıştı. Ve düz zeminde tahta sandalyelerde film seyrediliyordu. İşte sinemanın 75 kuruş gazozun 25 kuruş olduğu yıllar. Ama ne kadarda sinemadan keyif aldığımız yıllar.
Tahta sandalyelere bizi hiç de rahatsız etmezdi.
25 kuruşluk Uludağ Gazozunu içerken dünyalar bizim olurdu.
Birde siyah çekirdek varsa yanınızda tabi bu çekirdek kışlık sinemada yenmezdi ve yasaktı tıpkı sigara gibi.
Kışlık sinemalarda kesinlikle sigara içmek yasaktı çünkü görüntüyü etkilediği gibi etrafını da rahatsız ederdi.
Onun içindir ki sinemada görevli olan teşrifatçılar ellerinde fenerle sürekli dolaşarak etrafı kolaçan ederlerdi.
FENERCİLER
Dayanamayıp içen görürlerse uyarırlardı. Şimdi batıda bu görevlilere teşrifatçı denirken bizim şehirde FENERCİ tabiri kullanıldı hep.
Fenercilik basit bir görev değildi tabi.
Bir yandan sinema başlayıncaya kadar elde fener kesinlen bilete göre yer gösterirlerdi. Beri yandan bahşiş gelse ne ala sevinirlerdi.
Ama genelde bahşiş pek olmazdı.
Yer göstermenin yanı sıra her matine veya suareden sonra sinemanın temizliği de onlara aitti.
Ayrıca dışarının temizliği de cabası. Sinemanın belirli yerlerine afiş as sök o da işin ayrı bir parçasıydı.
Şimdi fenerci dey ipte geçmeyin. Herkesi fenerci yapmazlarda böyle ailesi mazbut terbiyeli edepli yol yordam bilen gençleri fenerci yaparlardı.
Çünkü sinemanın müşterisi ağırlıklı kadın ve kızlardı. Onlara saygısızlık veya terbiyesizlik yapılmasın diye sinema sahipleri fenercileri özellikle seçerlerdi.
Çünkü burada sinemanın prestiji itibarının zedelenmesini istemezlerdi.
Öyle sokakta boş gezen gel sende fenerci ol diye kabul edilmezdi ve seçilirdi.Ve inanın hayatım boyu her hangi bir matinede olumsuz böyle bir tabloya rastlamadım.
Ve o yıllarda herkes birbirini çok iyi tanırdı sarkıntılık, laf atma öyle kolay değildi. Bu şehir insanı herkes birbirini tanır ve kollardı.
Biz babadan böyle gördük Rahmetli Müslim babanın tabiriyle.
Bu arada bazen gençlerin içinde sigara içen, yüksek sesle konuşan, çerez yiyenlere de müdahale ettikler zaman biraz maraza da çıkabiliyordu.
Yaz ayları geldiği zaman o personelin yaptıkları işlerden biride yazlık ve kışlık Emek Sinemalarının olduğu büyük alanı sil süpürdü.
Yaz ayları geldiğinde de. Malumdur ki 60 yıllarda böyle bol buzdolabı yoktu ve hatta hiç yoktu.
O zaman Rahmetli Yakup Sandıkçıdan alınan gazoz kasaların yaz akşamları büfeci ve personel buz gibi akan kehrize bırakırlar ve akşam üstü sinema başlayıncaya kadar kerhiz suyunda iyice soğuyan gazozlar sinemada müşteriye sunulurdu.
Ve o zamanlar tamara otelin olduğu yerde boylu boyunca akıp duran kerhiz emek sinemasının gazozlarının buz gibi soğutulduğu yerdir aslında.
Emek Sinemasının (yazlık) hemen yanında Yüzbaşı oğlunun iki katlı evi vardı bazen çok cesaret gösterip damda bedava fil seyretmeye giderdik ama yakalanınca da amcada bizi bir güzel okşardı.
Bazen sinemanın yanındaki elektik direğine tırmanırdık bu kez sinema sahipleri gelip indirirlerdi.
Çocukluk işte doğru düzgün harçlığımız olmayınca ilada bu filmi seyredeceğim diye içimize kurt düşende neler yapmazdık.
Sinema kapısında dakikalarca bekler belki 2.yarıda alırlar desek de yine almazlardı.
O yıllarda rüsüm yani belediye geliri de olduğu için belediyecilerde kolay kolay içeriye kimsenin biletsiz girmesine müsaade etmezlerdi.
KISA MAÇ ÖZET FİLMLERİ
O yıllarda böyle şimdiki gibi naklen maç yayınları yoktu. Ya sahaya gidip seyrederdiniz maçı veyahut radyodan cumartesi Pazar günleri Orhan Ayhan, Halit Kıvanç ve Necati Kara kaya’dan maçı canlı takıp etme imkanınız vardı.
Bunun dışında maça gidemeyenler için o yıllarda Ziraat bankası renkli olarak İstanbul, Ankara ve izmirdeki maçları şöyle üç beş Dakka özet olarak çeker sinemalara gönderirdi.
Bu özet sinemaya geldiğinde özellikle akşam suarelerinde gösterilirdi. Bu da film reklam tahtasına yazılarak bir karton üzerinde duyurulurdu. O ilan aynen şöyleydi < Galatasaray-Feriköy maçının özeti sinemamızda> veyahut
İşte bu da o zaman o sinemaya gelenin sayısını artıran bir etkendi. Sırf o birkaç dakikalık özet için onun hatırına bazen istemediğimiz bir filmi görmeye dahi giderdik. Ama çekimlerde o yıllardaki teknolojiye göre muhteşemdi.
DİYARBAKIRDA DİLAN VANDA EMEK SİNEMASI
Neden bu başlığı attım derseniz?
O yıllarda sinema dendiği zaman derlerdi Diyarbakır da Dilan sinemasını görün. Oraya gidenlere de gidin Van’da Emek Sinemasını görün derlerdi.
Gerçekten Emek Sineması bir şaheserdi.
Emekte film seyretmek çok başkaydı. Çok zevk verirdi . Çok keyif verirdi. Film seyretmeye doyum olmazdı.
Neden derseniz zemine baktığınızda yerden 4 metreden 9 metreye kadar varan bir yükseltisi vardı. Önünde kim oturursa otursun rahat film seyrederdin. Ve bu yükseltiyi besleyen 1 er metrelik aralarda ses akustiğini destekliyordu.
Emek Sinemasında sesin süzülmesi için kenar kaplamaları lambri olduğu gibi üzeri de çuha ile kaplandığı gibi duvardan da 25 santim kadar ayrıydı.
Ayrıca sinemanın ses ve görüntü sistemi birbirini bütünleyerek yapılmıştı.Hiç bir masraftan kaçınmayan mal sahipleri sinemanın ses sistemlerini İngiltere’den ve görüntü sistemlerinde italya’dan getirmişlerdi.
İşte bu ses ve görüntü özellikleri Emek Sinemasını Doğuda ve Güney Doğu Anadolu’da öne çıkaran etkenlerdi.
Emek Sineması faal olduğu yıllarda sadece teknik özellikleri ile değil vizyondaki filmleri ile ve salon sahne düzeniyle de başka salonlara hep emsal olarak gösterilmiştir.
Üstteki balkonu, locaları ve salonu ile kapasitesi 850-900 arasında olan Emek sinemasında film başlayacağı zaman tepedeki ışıklar adete bir gök kuşağı gibi olur lambalar sıra sıra yanıp söner ve bu da adeta bir gösteri gibi olurdu.
O anları hatırladığım zaman doğrusu içim bir hoş oluyor.
O anları yaşadığım için mutluyum.
İşte o zamanki Emek Sinemasının perdesin de
HAYDİ SİNEMAYA…
Kışlık sinemalar ikişer katlıydı. Localar normalde dört kişilikti. Ancak ilavelerle 6 kişiye çıkabiliyordu.
Aileler kaide olarak balkonu ve özellikle locaları tercih ederlerdi. Filmin başlamasına yakın şehrin sinemaya düşkün zenginleri ve ileri gelenleri gelir ve büyük bir ciddiyetle yerlerine otururlardı. Film bitiminde genellikle yazılı olmayan bir kaide işlerdi. Aileler veya genç kızları olanlar ya filmin bitmesine birkaç dakika kala veya fim bittikten ve salon boşaldıktan sonra kalkarlardı.
Kışlık sinemalar gündüz matinelerini saat 14.15 yani saat 2.15 de yaparlardı. Gece gösterimi (suare) ise mevsimine göre7 veya 8.00 de olurdu. Uzun yıllar her gösterimde iki film oynatılırdı. Bayram günleri ise özel matineler olur, iki film art arda gösterilirdi. Genellikle ilk gösterim saat 10.15 da başlardı. Öğleden sonrada film 14.15 de başlardı.
Asıl filmden önce gösterilen gelecek filmlerin ‘parça’ ları biraz uzun kaçmışsa seyircinin ıslıkları bunu hemen hatırlatırdı. Filmin gösterimi sırasında elektrikler kesilince bütün salon ıslıktan çınlar, seste veya görüntüde bir aksaklık olduğu zaman ise seyircilerin gür sesle bağırmaları gecikmezdi; ‘Makinistttt…’
Yazlık sinemalar ayrı bir eğlence mekanıydı. Kışlık sinemalar gibi yazlık sinemaların da arka kısımlarında sıra ile localar bulunurdu. Seyirciler tahta sandalyeler veya uzun tahta kanepelerde otururlardı.
Oldukça sert ve dayanıklı olan, bağlantıları demirlerle bağlanan bu sandalyeler kışın bir tarafta istiflenir yazın yeniden kullanıma sunulurdu.
Film başlamadan saatler önce sinema çevresinin bütün ışıkları yakılır,yüksek perdeden günün moda müzik parçaları çalınırdı. Filmin sesi olabildiğince açılır, sesin mümkün olduğunca yayılması sağlanırdı.
50 li ve 60 lı yıllarda Van küçük, yerleşim alanı sınırlı ve yüksek binaların olmadığı bir şehir olduğu için, yaz aylarında özellikle ilerlemiş saatlerde şehrin herhangi bir yerinden yazlık sinemalardan yayılan filmin müziğini hatta zaman zaman konuşmalarını takip etmek mümkün olabilirdi.
Benim çocukluk arkadaşım Yetkin ural’ın evleri yazlık şehir sinemasının hemen yanında olduğu için ara sıra onların toprak damlarında yıldızların altında film seyrederdik. Bu damda seyretmede sinema sahiplerini çok rahatsız etmezdi. Zaten bu olay sadece yıldız ve şehir sinemasın yazlıklarında olabiliyordu.
gökyüzünün altında çaylarını içen erişkinlerin yanında ilerleyen saatlerde üşümeye başlayan, uykusu gelen ve kıvrılarak hayatlarının en güzel uykusunu çeken çocuklar olurdu.
90 lı yıllara kadar sinema salonlarında yaygın olarak yenen kabuklu çekirdeğin çıkardığı ‘çıt,çıt,çıt..’ sesi fon müziği gibi film sonuna kadar devam ederdi. Uzun yıllar ilk sırayı alan ve çıtlaması maharet gerektiren “Kavun Çekirdği” nin yerini daha sonraları “Kabak Çekirdeği” aldı.
Ancak çok sonraları bütün sinemalarda çekirdeğin saltanatı sona erdi. Arada bir o dönemlerin tek içeceği olan Uludağ Gazozlarını satan çocukların söylediği ‘Gazozz’ sesleri, metal gazoz açacağının şişelere sürtülmesi ile oluşan seslere karışır, gazoz isteyen çocukların isteklerini devamlı taze tutardı.
Çocuklu ailelerin sinemaya gidişleri de dönüşleri de bir olaydı. Sinemaya kimlerin götürüleceğine karar verilir, gidemeyenler üzülür, götürülmesi düşünülmeyen çocuklar ya başka bir ödülle ikna edilir veya bir punduna getirilip habersiz gidilirdi. Çocuklu ailelerde asıl sorun dönüşte yaşanırdı.
Çocuklar uyumuşsa ya zorla yürütülür veya herkes bir çocuğu sırtlayarak evin yolunu tutardı. Yaz aylarında bu fazla bir sorun olmazdı ama kış aylarında bir de soğuk, rüzgar özellikle kar varsa özel arabaların olmadığı o yıllarda eve varmak tam bir fedakarlık gerektirirdi.
Tabii ki gösterilerde kadın, çoluk, çocuk, bebeklerden oluşan seyircinin çıkardığı konuşma, sohbet, yorum, ağlama, kızma sesleri film sesini bastırırdı. Hele film acıklı ise özgürce ağlama seslerine kimse mani olmak gereğini duymazdı.
Beğenilen filmler günlerce konuşulur, görmeyenler en kısa zamanda filmi görmeye gider, gidemeyenler ise kaçırdıkları için hayıflanırlardı.
Kadınların sinemaya gitmeleri her zaman kolay değildi. Birçok erkek karısının sinemaya gitmesini istemezdi. Genellikle erkekler arkadaşları ile kendi aralarında geceleri sinemaya giderlerdi. Kadınlar da doğal olarak grup halinde kadınlar matinesini beklerlerdi.
Kadın erkeğin beraberce sinemaya gitmesi ‘Asrilik’ belirtisiydi. Kadınların kocalarından veya kaynanalarından habersiz sinemaya gitmeleri durumunda zaman zaman doğan küçük aile faciaları mahalle dedikodularının önemli malzemelerinden biriydi.
Şehrin ileri gelenleri, zenginleri ise özellikle gece matinelerine giderler, balkondaki localarına yerleşirler ve çoğu zaman filmden çok diğer localardakileri süzerlerdi.