İngiliz Kralı 8. Edward İstanbul'a, Atatürk'ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
-Bana "İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz." dedi.
Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular. Akşam İmparator sofraya oturunca kendisini Kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:
-Sizi tebrik ederim ve teşekkür ederim, kendimi İngiltere'de zannettim.
  Diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk garsonları hizmet etmekteydi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük kayık tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildi. Fakat Atatürk krala eğilerek:
-Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim.
   MUSTAFA KEMAL BİZİM ATATÜRK SİZİNDİR
   Ağır bir hastalığın nöbetleri içinde, ölümü iki gözleri ile görmüş gibi olanlar vardır. Ben iki gözümle battığımızı gördüm ve kurtulduğumuzu gördüm.
Mustafa Kemal'i unutamam.
O, sonra daha da büyüdü. Kendi milletine tekrar o günleri göstermemek için, asıl kurtuluş savaşına zaferden sonra girdi.
İnkılâp nizamının Atatürk'ü, zaferin Mustafa Kemal'ini gölgede bıraktı. Kendini gene kendi geçti.
Gençler, bizim çektiklerimizi çekmemek ve bu halka çektirmemek için, siz de Atatürk'ü unutmayınız. Mustafa Kemal bizimdi. Atatürk sizindir.
(Falih Rıfkı ATAY)
   ATATÜRK VE ADALET
   Birçok kimsenin düşündüklerinin aksine Atatürk'e ve istediklerine muhalif fikir söylemek kabildi. Hatta samimi olmak şartıyla makbuldü. Onun her dediğine kavuk sallayan ekseriye kendi samimiyetlerinden şüphe edenlerdir. Şu hikâye buna ne güzel bir misaldir.
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde, kendisine Milli Mücadele'de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin müracaatı ile karşılaştı. Bir mevzuda haksız olarak mahkûm olduğunu söyleyerek şikayet etti. Atatürk:
- "Haklısın, meseleyi ben de biliyorum" dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Mevzuu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi. Müfettiş hikâyeyi dinledikten sonra:
- Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tekemmül etmiş (yetkinleşmiş). Hükmün infazından başka yapılacak kanuni çare yoktur.
Atatürk:
- "Ama ben söylüyorum; bu iş haksızdır. Çünkü ben işin usulünü biliyorum" dedi.
Genç adliye müfettişi ısrar etti:
- Efendimizin bu beyanı kanun nazarında bir değişiklik yapamaz. Adliye Vekâleti'nin de bir şey yapmasına imkân yoktur.
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına hüküm veriliyordu. Fakat, Atatürk şayanı hayret bir sükunla sordu :
- Peki, bir adli hata olursa kanun bunun tashihini öngörmez mi?
Müfettiş:
- Yeni delille mahkemenin tekrarı istenebilir.
O vakit, Atatürk, müracaat eden zata döndü:
- Beni şahit olarak göster. Onda yeni deliller olduğunu haber aldım diye iddia et. Ben mahkemeye gider ve şahitlik ederim.
Sonra adliye müfettişine döndü:
- "Size teşekkür ederim" dedi ve müracaatçıya da.
- Neden bana vaktiyle müracaat etmedin? Zamanında gelir şahitlik ederdim. Beyhude mahkemeleri de kanunu da işgal etmezdin. Her vatandaş, hatta reisicumhur dahi olsa adalete hürmetle mükelleftir.
   ATATÜRK VE BABA KAVRAMI
   Diyarbakır'da paşa kumandandı. Ben de emir subayı idim. Babam, Paşa'nın içtiğini duymuştu. İzinden dönerken bana:
- "Bir damla bile içersen hakkımı helal etmem" dedi. Döndüm. Karargaha vardığım akşam Mustafa Kemal Paşa yakın subaylarıyla sofrada oturmuş içiyordu. Bana da bir kadeh koydular. Ben içer gibi yapıp vakit geçiriyordum. O vakit başyaveri olan Cevat Abbas, usulca Paşa'ya eğildi:
- "Paşam, Nesip içmiyor, atlatıyor." dedi.
O vakit Mustafa Kemal bana döndü kadehini kaldırdı:
- "Nesip şerefine" dedi.
Ben kıpkırmızı olmuştum. Paşa sordu:
- Ne o bir mazeretin mi var?
- "Paşam" diye cevap verdim. "Sizin için canımı feda ederim, yalnız buraya gelmeden babam bana içki içmemem için yemin ettirdi de tereddüdüm odur."
Mustafa Kemal o vakit:
- "Bırak kadehi öyleyse" dedi. "Babanın emri, benim emrimden üstündür. Seni takdir ettim. Babasına hayrı olmayanın, kimseye hayrı olmaz."