Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
   Cenabı Allah (c.c) her şeyi çift yaratmış, insan cinsini de erkek ve kadın olarak yine çift yaratmıştır. Soyun korunması ve devamını bu iki unsurla birlikte sağlamıştır. Kadın ve Erkeğin her birine yek, diğerinden farklı yetenek ve imkânlar vermiştir.
Her birinin yeteneklerinden doğan görevleri diğerininkini tamamlamakla bu suretle de, her ikisinin birbirini tamamlayan görevleriyle hayat bir bütünlük kazanmaktadır.
   Cenabı Allah ilahi hikmetiyle karı ile koca arasına merhamet ve sevgi bağını koyarak onları birbirlerine bağlamıştır. Onlardan biri olmadan diğeri tek başına hayattaki görevini ifa edemez. Mesela ikisinden biri hayattaki görevlerinden çekildiği takdirde insan neslinin devamı durur, beşer unsuru biter ve hayat sona erer.
   Bilindiği üzere erkek unsuru kadına oranla daha güçlü bir bedenle yaratılmıştır. Zorluklara dayanır, çünkü işinde meşakkat vardır. Evinin dışındadır, gerektiğinde hem gece hem gündüz dondurucu soğukta, yakıcı sıcakta çalışır; araba sürer, çarkları çevirir, Çift sürer, Kömür; maden ve taş ocaklarında ter döker, ormanda çalışır. İşte bu varlık öyle bir tabiata sahiptir ki hayatının bir bütünlük kazanabilmesi için kendinden daha zarif ve daha güçsüz yapıya sahip bir eşle ortak yaşamayı sever. Tabiatındaki güçlülük faktörüyle kendisinden daha zayıf ve güçsüz unsura karşı koruyucu ve şefkat kanatlarını germek, ona bağlanmak, saadet ve sağlığını onda yakalamak, arî ve sevgi dolu bir hayat için erkek kadını sever. İşte bu nedenledir ki erkek, unsuru erkekleşmiş zarifliğini yitirmiş kadına karşı eğilim duymaz. Yapısında sertlik bulunan bir ortakla hayatını birleştirmeye rağbet duymaz.
   Kadın; zarif, ince, nazik bir tabiatla yaratılmıştır. Zorluğa dayanmaz, Zahmetli işlere karşı sabrı yoktur. Ona sakin bir ortam ve ince işler daha uygun düşer ki buda ev hayatında ancak oluşabilir. Ve belli bazı meslek ve çalışmalarda olabilir. Aynı zamanda kadın öyle bir ruha sahiptir ki hayat arkadaşının güçlü ve yeri geldikçe sert olmasını ister. Bu ortağın ona sevgi ve yakınlık göstermesi üzerine şefkat kanatlarını gerip onu korumasını arzu eder. Oda bu hayat arkadaşının kendi yapısındaki katılığı cilveleriyle yumuşatmayı, yorgunluğunu paylaşarak gidermeyi sever. Dolayısıyla bu şekildeki beraberlikle denge sağlanmış olur.  Çünkü yumuşaklığı, incelik ve zarafeti seven bir duyguyla donatılmış güçlü bir bünye ile (erkek bünyesi), gücü seven, zarif ve yumuşak bir bünyenin (kadın bünyesi), birlikte oluşu vardır, bu dengenin temelinde; İşte hayat bu dengenin üzerinde istikametini bulur. İnsan bu iki unsurun beraberliği ile gerçek bütünlüğünü kazanır. Dikkat edilecek olursa kadın, kadınsı erkeği sevmez ve kadınlara özenen erkeklerden nefret eder.
İşte Cenabı Allah insanlar üzerinde yaratmış olduğu bu karakterler sebebiyledir ki kadın, güçlü ve cesur erkeğiyle daima iftihar eder. Büyük kapasite ve sağduyuya sahip olan, zor anlarda kendisine sığınabilen, dışarıdaki işinde, yolculuklarında ve seyahatlerinde, güçlü kişiliğinin kendisini tehlikelerden koruduğu erkeğin üzerinde daha çok dikkati yoğunlaşır. Bu nedenledir ki erkek gizlenmeye, sıkı örtünmeye ihtiyaç duymaz. Bilakis daha açık ve ortadaki hemcinsleriyle daha sıkı temas halindedir.
   Kadın cinsinin ise bütün gücü onun -erkeğe oranla- daha zayıf ve güçsüz olmasında gizlidir. Ona karşı duyulan rağbet onun daha ince ve nazik olmasına bağlıdır. Kadın çok daha latif, çok daha zarif ve ince olduğu zaman erkek de buna bağlı olarak onu daha çok sever. İşte güçlü erkeklerin kendi aralarında kadınla ilgili kavgalarının sebebi de burada yatmaktadır. Dolayısıyla bu kavgaların körüklenmemesi bakımından kadının ön plana çıkmaması gerekir. Onun tahrik edici sözler karşısında yumuşamaması lazımdır ki gönlünde kötü niyet besleyen kimse kendisine karşı heveslenmesin. Oda yabancıların hevesine uymasın ve alakası olmayan uzak kişilere karşı duygusal davranmak durumunda kalmasın. Kadının inceliğini, zarafet ve güzelliğini gizlemesi gerekir, kadın için örtünmenin esası budur. Ona bu konuda güvence sağlayan şey ise ev ortamıdır. İslam dininin emir ve nehiylerin dışına çıkmamak kaydıyla; kadın ancak bilimsel çalışma, eğitim öğretim, doktorluk, hemşirelik ve alış veriş gibi hizmet ve amaçlarla yapı ve tabiatına uygun işler için ev dışına çıkmalıdır. Erkeklerin karşısına ve özellikle tek erkekle yalnız kalmaktan korunmalıdır. Aynı zamanda dışarıdaki işi, evde bulunmadığı sıralardaki evin iç durumuyla bir çelişkiye sebep olmaması ve zaman bakımından uygun olması gereklidir.
   Kadın ile erkeğin farklı ve mizaçlarındaki birbirlerini tamamlamasıyla denge nasıl oluyorsa onların yine birbirlerini tamamlayan farklı iş ve meşgaleleri ile de ayrıca denge oluşmaktadır. Mesela erkeğin işi evin dışındadır ve bu işte eşya ve olaylara karşı mücadele vardır. Bir hareket ve hengâme vardır. Diğer erkeklerle çekişme ve rekabet vardır, karışıklık vardır. Öyle ise erkek evinde sükûnet ve rahatlık bulmalıdır. İşinde karşılaştığı zorlukların yorgunluğunu üzerinden atacak, terini silecek nazik, şefkatli ince ve latif bir el bulmalıdır. Kadının evdeki işine gelince bunun özelliğinde bir sakinlik bir sıkıcılık vardır. Kadın ev işlerinde yorgunluk his edince çocuklarla oynaşır, ev hayatının gereklerini düzene koyarak dinlenme imkânı bulur.
   İşte bu noktadan hareketle tabiattaki bu denge ve birbirini tamamlayan kadın erkek ilişkisini hesap eden İslam hayat sistemi, erkeğe verdiği hakların birçoğunu kadına da vermiştir. Mesela tüzel kişilik, mülkiyet, evlenmek, görüş beyan etme, malı üzerinde tasarrufta bulunmak gibi kadına da haklar vermiştir. Ayni zamanda kadınları da erkekler gibi ibadetlerle (çok azı müstesna) mükellef kılmıştır. Dolayısıyla kadınla erkeğin her biri yaptıkları işlerden, eda ettikleri görev ve yükümlülüklerden sorumludurlar. Onlardan biri diğerinin yükünü yüklenmez, günahını üstlenmez.
   Kadının kendine has kişiliği ve adı vardır. Bunu değiştirmek ve (kocasının ailesi sosyal mevki bakımından ne kadar yüksek olursa olsun) kocasının soy ismini alması şartı yoktur. Nitekim Hz. Hatice (r.a) annemiz insanlık dünyasının en şereflisi olan Hz. Peygamberimizle (s.a) evlendikten sonra dahi Huveylit kızı Hatice (r.a) olarak anılmıştır. Yani kendi soy ismini taşımıştır. Yani Kendi soy ismini değiştirmemiştir. Bugün Müslümanların yaşadığı bazı ülkelerde kadınların soyadları kocalarının soyadlarıyla değiştiriliyorsa bu, Hıristiyanların ve özellikle Avrupalıların etkisinde kalmaktan başka bir şey değildir. Ve bunda İslam'a aykırılık vardır. Aynı zamanda kadının hakkını hiçe saymaktır.
   İslam'ın şeriatında erkeğin sahip olabileceği her şeye kadınında sahip olma hakkı vardır. Toprak, Ev, Dükkân ve Her çeşit mal gibi, keza mülkiyetinde bulunan mal varlıkları üzerinde hiç kimse onu tasarruftan men edemez. Kocası yâda bir yakını onu bu konuda zorlayamaz. Bugün medeni olduklarını iddia eden bazı devletlerde kadına, kocasına danışmadan mal varlığı ve gayrimenkulleri üzerinde tasarrufta bulunmasına izin verilmemektedir.