Vanlıdır. Birinci Meclis Van Milletvekillerinden olan Tevfik Demiroğlu, Bediüzzaman'ın eski talebelerindendir. 1923 yılında Ankara'da ilk Meclis-i Mebusan'da bulunduğu vakit Üstatla görüşenlerdendir.
Önemli olduğu için Tevfik Demiroğlu'nun Son Şahitler 'de derç edilmiş Üstatla ilgili hatırasını burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Rahmetli Tevfik Bey şöyle anlatır:
"Üstat Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini, Doğu Anadolu'da yapmak istediği Medresetü'z-Zehrâ (İslâm Üniversitesi) zamanından duymuştum. Zaten o zaman, şöhreti büyük, her yerde bilinir ve tanınırdı. Fakat ilk görüşmemiz Eyüp'teki Sokullu Medresesi'nde oldu. O zaman Şeyh Şefik Efendi vardı. Büyük bir adamdı. Esasen benim bir dayım vardı. Seyyid Taha Efendi. Uzun zaman Van Mebusluğu yaptı. Üstat ile o birbirlerini çok severlerdi. Bu sebeple bir ay mütemadiyen gelmiş ve bizde beraber kalmışlardı. Bir ay Sokullu Medresesi'nde oturduk. Sonra İdrisî Köşkünde oturmaya başladık. Çok müzeyyen, ahşap, şenlikli bir şeydi. Tâ Çamlıca'ya kadar her yeri görürdü. Aslı Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmış, III. Sultan Selim de bu binayı tamir ettirmiştir. Uzun zaman bu köşkte kaldı. Bilâhare aşağıda, türbenin yanındaki odada kaldı.
"Daha sonra Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye azası olduğu zamanlar Reşadiye Otelinde kaldı. Sonra Vezneciler'de bir eve geçti. Biz kendisiyle ya Beyazıt Cami-i Şerifinde veya Şehzadebaşı'nda çayhanede buluşurduk.
"Eyüp'te iken şöyle bir hatıramız oldu: Eyüp meydanındaki yoğurtçudan yoğurt alırdı. 'Merhaba yoğurtçu efendi' derdi. Hiç unutmam, örme bir kesesi vardı, onu çıkarır parasını verirdi. Yoğurdu alıp yukarıya çıkarken, köpekler peşimize düşerdi. Köpeklere 'Pist birader, pist birader' derdi. Bir gün, ben, 'Üstadım; o birader, ben birader. Böyle olur mu?' dedim.
"O da: 'Sen uzun biradersin' dedi.
"Otuz yıl sonra l952'de Sirkeci'de Akşehir Palas Oteli'nde ziyaretine Eşref Edip Beyle gittiğimizde beni bu nâm ile yine tanıdı. 'Ve aleyküm selâm! Uzun birader' dedi.
"Şimdiki Sultan Selim Camii'nde imam Ali Rıza Sağman Bey vardı. Son zamanlarda Sultan Selimli Hafız Ali diye tanınırdı. Onu çok severdi ve önünde otururdu. 'Hafız oku oku, bizim vaaz u nasihatlerimiz, para etmez. Sizin okuyuşunuz belki bu milleti ıslâh eder' derdi.
"Üstat Bediüzzaman'la Çamlıca'ya çok giderdik. O zamanlar Yusuf İzzeddin Paşa Köşkünde kalırdı. Bir kuyu kenarına oturur, sohbette bulunurduk.
"Üstadın ekser vakti, Eşref Edip Beyin yanında geçerdi. M. Akif Bey de gelirdi.
"İstanbul, İngilizlerin işgalindeyken Üstadın birader zadesi Abdurrahman'la beraber Hutuvat-ı Sitte'yi dağıtırdım. Nerede içimize güven ve emniyet hissi veren bir kişi çıksa ona verirdik. Bu tarzı da ben tavsiye ettim. Çünkü tuhaftır. Amerikalıların bir neşir yurdu vardı. 'Rabilhous' diye. Kitab-ı Mukaddes'i basıyorlardı. Orada bir Ermeni vardı. Ben onu görünce selâm verir ve halini sorardım. O beni gözüne kestirmiş. İncil'den ufak risâleler yaptırmışlar. Küçük kitapçıklar halinde, bana bunlardan 5-l0 tane verir, 'Tevzi eder misin?' derdi. Biz de alır, götürür ve yakardık.
"Ben bunu Üstada söyledim. 'Siz müsaade edin böyle yapalım' dedim. 'Peki' dedi. 'Abdurrahman'la bu işi yapın.' Kitaplar Vezneciler'de bir çayhanedeydi. İngiliz işgali olmasına rağmen korku diye bir şey bilmiyorduk. Ben Türbe'de bir İngiliz polisini dövmüşümdür. Yerlerine göre bazen yüzlerine tükürüp hemen kaçardık. Tabiî peşimize düşerler. Türk polisi de bize talimat verir, 'Sağa sap' der, onu sola götürür, böylece izimizi kaybettirirdik.
"Ayrıca top kamalarını alıp, İngiliz toplarını muattal hâle getirmek gibi gizli bir çalışma yapardık. Bunun için Sirkeci'de bir kahvehaneden talimatımızı alırdık. Washington Sefareti İmamı Saffet Efendi, devamlı burada bir sedirde otururdu. Önüne de bir nargile alır içerdi. Biz yanına gelir, elini öperdik. Bu anda o bizim elimize bir kâğıt sıkıştırır ve hemen şu şekilde bağırırdı. 'Oğluma bir çay' derdi.
"O zamanlar bir de 'Mimmim' grubu melunları vardı. Ben ve bazımız onları tanımıyorduk. Bazı tanıyanlar vardı. Onlardan gizli yapıyorduk. Benim vazifem tersaneden top kamalarını alıp, Çarşamba Polis Karakolu yanındaki Kuyulu Kahvehaneye getirmekti. Bu kahvehanenin ön ve arkası bahçe idi. Ben tersaneden kâğıda sarılı olarak top kamaları alırdım. Mevsim de kıştı, benim bir pardesüm, yağmurluğum vardı, onun altına koyardım ve elimi de cebime koyup onları tutardım.
Sonra Kasımpaşa'dan vapura biner, Fener'e çıkardım. Camcı yokuşundan Çarşamba'ya gelir ve kahvehaneye girerdim. Bazan vapuru kaçırıp bir sonrakine kalırdım. O zaman kahveci: 'Hoş geldin evlât, nerede kaldın?' derdi. Kahve iki kapılı idi. Arka bahçeye çıkan kapıyı açar, dışarı çıkardık. Bahçede kör bir kuyu vardı. Onun başına getirir ve verirdim. Kamaları o da bir halata sarar ve kuyunun içine koyardı. Sonra beraberce içeri girer, o da tezgâhtara 'Oğluma bir çay verin' derdi. Çayı içer ve zaten vakit epey ilerlemiş olur ve ben Eyüp'teki evimize giderdim. Diğer taraftan bazı arkadaşlar da Ahırkapı'da silâh çalarlardı.
"Üstat, Eşref Edip Beyin Sebilürreşad Mecmuâsıyla çok yakından ilgilenirdi. Eşref Edip Beyi çok severdi. Hattâ son görüşmemizde Avukat Mihri Helav'a 'Bak, Mihri, Eşref Edip Bey günahlarını affettirdi. İslâma çok hizmet etti. Ya sen ne yapıyorsun?' dedi. O da 'Duâ buyurun, ben de inşallah bir şeyler yaparım' dedi. "üstat daha önceden beni Ankara'ya göndermişti. Bilâhare kendisi de ısrarla istenince geldi. Orada son olarak kendisini Mustafa Kemal'le istasyonda konuşurken gördüm. Ben yanlarında idim. O zaman Mustafa Kemal'in Sarayburnu'na heykelinin yapılmasını düşünüyorlardı. Buna karşılık ilk olarak Sokulluların adamı olan sarıklı avukatlardan Abdunnâfi Efendi karşı çıktı. İstanbul'dan Ankara'ya telgraflar çekti. 'Hilâfet merkezine heykeller dikilemez' diye.
"O zaman da Üstad: 'Paşa biz sana heykel dikmen için yardım etmedik' dedi. İstasyonda ben duydum. Mustafa Kemal cevap vermedi, yürüdü. Ertesi günü de duyduk ki Üstad, Van'a gitmiş.
"Üstadı anlayan tek devlet adamı Adnan Beydir. (Merhum Adnan Menderes) Rahmetli çok anlamıştı. Ama ne yapsın, etrafındakiler ona daha fazla yardım etmesine mani oluyorlardı."
Tevfik Demiroğlu, 8 Mayıs l987'de vefat etti.