Kâğıthane Deresi... Mehtaplı geceler... Sandallardan gelen gazeller, havuzlardaki nilüfer yapraklarında dinlenen kurbağaları uyandırıyor. Lale bahçelerinde, sırtlarında mumlarla kaplumbağalar dolaşıyor. Söğüt dallarında ateş böcekleri... Mermer Köşk'ün önünde çilingir sofrası...
"Gidelim servi revanım yürü Sa'dabad'e"...
16 sene, kardeşi II. Mustafanın saltanatı boyunca sarayda mahpus hayatı yaşadıktan sonra, gençliğinin en uçarı çağında 30 yaşında padişah olan III. Ahmet, bir sulh ve sükun hasreti ve eğlenme iştiyakı içindedir. Nihayet 13 vezirden sonra gönlünce bir adam buluyor: Nevşehirli İbrahim Paşa...
On iki seneye varan sadaret müddeti tam bir çeng ve çegane ile geçmiştir.
Hovarda meşrep bir veziriazam. Sefahata meyli olduğu kadar, musikiye, şiire ve edebiyata hevesli. Memleket kültürüne olan hizmetleri saymakla bitmez. Tarihe "Lale Devri" diye geçen bu devir, Türklüğün garplılaşma hareketinin başlangıcıdır.
Saray, çer ağan safalan ve refah içindedir. Halk ise aç ve sefildir. Padişah ile veziriazamının yükselen hoşnutsuzluk evazelerine kulakları tıkalıdır ve bu hal birinin saltanatına, ötekinin de hayatına mal olmuştur. Nihayet bir hamam tellağı, gafil vezirin başını yemiştir.
18. yüzyıl başındayız. 1730 ihtilâlı patlamış. Patrona Halil, peşine takılan serserilerle sarayı kuşatmış. Padişahtan bazı yakınlarının kellelerini istiyor. Veziriazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, listenin başında geliyor.
Ne olacak acaba? Şehit Ali Paşa'dan dul kalan kızı Fatma Sultan'ın kocası, zevk ve safa arkadaşı bir adam. Padişah, damadına nasıl kıyacak? İsyanı yatıştırmak da kolay değil hani...
Nihayet III. Ahmet kararını veriyor, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya, "Sen Ortakapı'ya git, ben de geliyorum" diyor, "Ayaklanan halkı teskin etmemiz lazım"...
Şimdi müzeye girerken, ziyaretçilerin bilet aldıkları gişenin arkasında üst kata çıkan bir merdiven vardır. Damat İbrahim Paşa, işte bu karanlık merdivenlerde can vermiştir ve cesedi sabah erkenden Babı Hümayun'dan çıkarılarak, kendi yaptırdığı ve bugün padişahın ismini taşıyan çeşmenin önüne bırakılmıştır.
Bir sütçü beygirinin kuyruğuna bağlanarak sürüklene sürüklene Sultanahmet Meydanı'ndaki asilere paramparça teslim edilen Damat İbrahim Paşa, tarihin ibret verici bir örneğidir.
Sultan 4. Murat zamanında Habib Baba adında pek bilinmeyen bir Allah dostu yaşarmış. Yaşlı, fakir, gariban bir insanmış... Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiş. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gitmiş. Niyeti; şöyle iyice bir keselenip, paklanmak, bedeninin temizliğini de ruhunun temizliğine denk kılmakmış. Fakat gelin görün ki gittiği hamamı o gün Sultan 4. Murat'ın vezirleri kapatmışlar. Hamamcı Habib Baba'yı içeri sokmak istememiş. "Bugün" demiş, "Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Habib Baba üzülmüş. Rica, minnet... Israr etmeye başlamış. "Ne olursun" demiş, "kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum."
Hamamcı da insaflı insanmış... Dayanamamış. Hamamın en sonundaki odayı göstererek; "Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki; vezirler, senin farkına varmasınlar." demiş. Habib Baba sevinerek kendine gösterilen odaya girmiş... Yıkanmaya başlamış.
Az vakit sonra bir fakir müşteri daha hamamcının karşısında dikilivermiş. Boylu poslu, genç, yakışıklı biriymiş bu kez gelen... Görünümü de oldukça fakirmiş. Ama sadece görünümü... Bu kişi tebdil-i kıyafet (kılık değiştirmiş) Sultan 4. Murad'mış. O gün vezirlerinin hamamda, topluca alem yapacaklarından haberdar olduğundan "Vezirlerinin kendi başlarına nasıl eğleniğini, eğlenirken kendisinin arkasından söz söyleyip söylemediklerini..." merak etmiş.
Hamamcı padişahı tanımadığından; bu fakir gence de Habib Baba'ya söylediğinin aynısını söylemiş. "Bugün Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Padişah da ısrar etmiş. "Ne olursun hamamcı? Kirli bedenle ibadetimi nasıl yaparım?" Hamamcı yine dayanamamış ısrara... Habib Baba'nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldamış; "Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştemali beline, o odaya gir. Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın. Aman gözünüzü seveyim vezirlerin varlığınızdan haberi olmasın." Sultan 4. Murat beline peştemalı sarıp Habib Baba'nın bulunduğu odaya girmiş. Usulca selam verdikten sonra yıkanmaya başlamış. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı inletiyormuş...
Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılmış. Gencin sırtı pek bir kirli gibi görünmüş gözüne... Habib Baba, o kişinin tedbil-i kıyafet padişah olduğunu habersiz yumuşak bir sesle sormuş; "Evladım sırtın pek bir kirlenmiş. Müsaade edersen bir keseleyivereyim." Padişah aldığı bu teklif karşısında çok şaşırmış ama çok ha hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü; ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olduğu için ve karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmekteymiş. Memnuniyetle Habib Baba'nın yanına yanaşan padişah; "Buyur baba" demiş, "Ellerin dert görmesin!" Bu sırada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmekteymiş.
Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keselemiş... Padişahın gönlü bir kuru teşekkürle yetinmeye razı olmamış. "Ne de olsa insandır. O da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir." diye düşünüp; "Baba" demiş, "Gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım." Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; "Olur evladım" demiş. Sultan 4. Murat bir yandan kese yaparken, bir yandan da Habib Baba'nın ağzını yoklamak istemiş. "Baba be" demiş, "Duyuyor musun şu içerdeki eğlencenin seslerini... Şu hayatta Sultan'a vezir olmak varmış. O seni sevince; bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar... Sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..." Habib Baba genç sultana kendi hükmünü söylemiş:
- Be evladım Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Rabbi'ne kendini sevdirmeye bak! O seni sevince; sırtını bile Sultan Murat'a keselettirir!...