Her türkü bir yaşanmışlıktır. Kara koyun Türküsü de, Hüma Kuşu Türküsü de. Hepsi. Her türkü yaşanan bir hayatın özetidir. Her duyduğunuz türküde şunu düşünün, biri o türküde anlatılanları yaşadı.
O türkülere can veren hayatlar uydurulmamıştır, dolu dolu yaşanmıştır ve sonrasında türküsü yakılmıştır. Türküler başkadır. Belki bu günlerde yapılan şarkılar da yaşananları anlatıyor. Gerçi çoğu insana "inşallah bunlar yaşanmamıştır" dedirtiyor, ama yine de olabilir. Önemli olan hiçbir türkü pazar payı korkusu, vergi kâbusu ve liste yarışı ile yakılmadı. Şarkılar yazılır, türküler yakılır. Ne yazık ki, arşivcilik geleneğimiz kuvvetli olmadığı için çoğu türkünün hikâyesi de unutulup gidiyor. Geriye birkaç mısra ve bir iki ezgi bırakarak. Ne neden yakıldığı hatırlanıyor ne de kimin için yakıldığı. O kadar yazık ki. Bugün hepimiz gündemde olan bütün şarkıları yazanı da, yazdıranı da biliyoruz, ama kaçımız "Ali Paşa Ağıtı'nın" hikâyesini tanıyoruz? Veya "Hekim oğlu" türküsü, ki şu günlerde pek de revaçta neyi anlattığını tam olarak bilen kaç kişi var?
Ya Mustafa Sarısözen'in ölmekten kurtararak derlediği "Gemilerde Talim Var" adlı İstanbul türküsü. Sözlerine dikkat edin. Belki yüz defa dinlediniz, belki ezbere de biliyorsunuz, ama yine de dikkat edin; gemilerde talim var/ bahriyeli yarim var/ o da gitti sefere/ ne talihsiz başım var/ hani benim Recebim Recebim/ sarı lira vereceğim/ almazsa karakola gideceğim gemi gelir yanaşır/içi dolu çamaşır/şu İstanbul'un kızları/recep diye ağlaşır hani benim Recebim Recebim/sarı lira vereceğim/almazsa karakola gideceğim mavi giyme tanırlar/seni yolcu sanırlar/geçme kapım önünden/seni benden alırlar/hani benim Recebim Recebim/sarı lira vereceğim/almazsa karakola gideceğim
Aslında bu türkünün başına gelenler, neredeyse her türkünün başına gelen ile aynı. Sözlere dikkat ettiniz mi? Hiç de ortada dokuz sekizlik bir oyun havası yok. Bu türkü hiç de öyle "şen olalım, eğlenelim" diye söylenecek bir türkü değil. Buruk bir tadı, keskin bir hicranı ve yakıldığı günden bu yana anlatmaya çalıştığı bir ızdırabı var.
Recep bir bahriyeli, çok yakışıklı. Ömrü denizlerde, gemilerde talimde ve sıla hasretinde geçti. Bir de onu seven var. Sevenin ömrü sevdiğini beklemekle geçiyor. Belki evinin penceresinde, belki de limanda, Recep'i uğurladığı yerde. Belki de dönmeyeceğini bile bile.
Recep belki bir kaptan-ı derya idi veya sıradan bir levent. Belki bu türküyü yakan kadının yanında öldü, belki de bir deniz savaşında.
Bu türkünün bir de unutulmaya yüz tutan bölümü var; gemi gelir yan verir/limanlara can verir/benim sevgili yârim/memlekete şan verir/gemi gelir yan yatar/iskeleye can atar/güzel yârim dururken/ çirkine kim can atar
Limana can veren gemi döndüğünde kaptanı kim bilir, gemi son kişiye kadar boşalana kadar bekleyen kadına sarılarak, "Recep dönmedi" demiştir; "Recep artık burada yok"…
Belki de kadıncağız bu türküyü o anda yakmıştır, bir ağıt gibi. Belki de bunlar hiç olmadı. Türküdeki Recep belki de bir evlattı. Başına kına yakılıp, vatana kurban olsun diye gönderilen ve yanına yetişen komutanına son nefesinde "vatan sağ olsun komutanım" diyen yüz binlerden birisiydi.
Bu da olabilir. Hepimizin sevdiği bir türkünün ne anlattığını bilmemek ne kadar kötü değil mi? Şimdi isterseniz biraz hayal gücümüzü kullanıp, bu eksiği gidermeye çalışalım;
Recep geminin çamaşırcısıdır. Ancak geminin liman yaptığı günlerde dışarıya da servis yapmaktadır. Bâzen de çamaşırları alıp, "tüh sefer emri geldi" deyip, çamaşırları iade edemeden gitmektedir. O nedenle bilumum kadınlar da "ne talihsiz başım var, hani benim Recep'im, karakola gideceğim" demek suretiyle şikâyetçi olmaktadır. Bu arada Recep, çamaşır ücreti olan sarı lirayı da beğenmemekte ve "yeni lira isterim" demektedir. Müşteriler ise Recep'in arkadaşlarına "söyleyin ona, sarı lira vereceğim, almazsa karakola gideceğim" diyerek gözdağı vermektedirler.
Sonra gemi seferden dönünce cümle kadınlar limanda toplanıp, "güvenmemiştik, çamaşırları alıp kaçtı sanmıştık, halbuki şimdi gemi gelir yanaşır, içi dolu çamaşır" diyerek ne kadar mahcup olduklarını anlatmaktadırlar.
Genellikle mavi giyen Recep gâyet şık bir şahsiyettir. Ancak çamaşırlarının sakız gibi olması ile meşhur olan Recep büyük ilgi görmekte ve şımarmaktadır. O nedenle yakın çevresi Recep'e, "mavi giyme tanırlar, seni yolcu sanırlar, geçme kapım önünden, seni benden alırlar" diye nasihatte bulunmaktadır. Anlaşıldığı kadarı ile Recep mavileri çekip kasıl kasıla eş dost ziyaretine gitmekte ve kendisine hafiften "yedi denizin efendisi kaptan-ı derya Recep Paşa" süsü vermektedir. Onu arayanlar da kapı önünde bekleyip, Recep'e " Recep Ağabey, Recep Ağabey. Sefer görev emri geldi, komutan nerede o adam, gömleğim nerede kaldı diyor, acele et" diyerek koluna girmekte ve gemiye ite kaka geri götürmektedir.
Hepsi elinde sarı lirası akşam için bilet almaya gelmiştir. Ama ahali ve bilumum turist "gemi gelir yan verir, limanlara can verir, benim sevgili yarim, memlekete şan verir" diye beklenen Recep, limana giren geminin pruva direğinde kendisini bekleyenler şapkası ile selâmlarken, aniden "gemi gelir yan yatar, iskeleye can atar". Dev gibi gemi gelip çat diye yan yatar. Gemide güvertede step tahtaları ile talim yapan turist kafile bir tarafa, çamaşırlar diğer tarafa saçılır. Suyu kaplayan çamaşırların arasından bir tek geminin direği görülür, bir de ara sıra Recep. İskeleye toplanan kadınlar "hani benim Recebim, hani benim Recebim" diye ağlaşır.
Acaba bunların yerine hem bu türkünün hem de diğer türkülerin gerçek hikâyelerini bilsek, öğrensek, yabancılaşmadan ve bilerek söylesek, daha iyi olmaz mı?
Erzincan'a girdim ne güzel bağlar, Erzincan Halk Türküleri içinde en çok sevilen bir uzun havadır. Güzel olduğu kadar da acı bir gerçeği dile getirir.
Erzincan, yemyeşil beldelerimizden biridir. I. Dünya Savaşı yıllarında bu güzel bağlar da tıpkı o günkü Erzincanlılar gibi hüzünlüydü. Çünkü bu bağlar terk ediliyordu. 1916 yılında, Ruslar Erzurum'u almış Erzincan'a doğru ilerliyorlardı. Halen yaşlı Erzincanlıların hatıraları arasında kalan genç nesillerin masal havası içinde dinledikleri Muhacirlik, binlerce Erzincanlının Anadolu içlerine göç etmesini ve aylar sonra Erzincan'a geri dönmesini hikâye eder.
Erzincan'a girdim ne güzel bağlar.
Erzurum'a vardım dumanlı dağlar
Elleri koynunda bir güzel ağlar
Yüce dağ başında çadır açarım
Nazlım seni burdan alıp kaçarım
Kahve bulamazsam kenger içerim
Oy anam anam hallarım ağlar
Anama söyleyin lamba yakmasın
Çuha şalvarıma uçkur takmasın
Oğlum gelir diye yola bakmasın
Oy anam anam hallarım yaman