Son birkaç gündür belli kesimler, Diyanet İşleri başkanı Ali Erbaş’ın yapmış olduğu bir hasta ziyareti üzerine çok ağır eleştiriler ve hatta kişilik haklarına saldırı mahiyetinde beyanlarda, eylemlerde bulunmaktadırlar. Hastayı sormak, ziyaret etmek inancımızda, kültürümüzde, örfümüzde önemli yer tutar. Dolayısıyla bu ziyareti de öyle değerlendirmek gerekir. Ancak ziyaret edilen kişinin kurtuluş savaşıyla ilgili olarak: “keşke Yunanlar kazansaydı” dediği söyleniyor. Öncelikle şunu açık açık belirtelim ki, hiçbir Müslüman, hiçbir vatandaş böyle bir şey söyleyemez, söylememelidir. Böyle bir söz bir Müslüman sözü olamaz. Eğer başkan bunu bildiği halde resmi ziyarette bulunmuşsa şık olmamıştır. Ama şunu da kabul etmek gerekir ki yanlış beyanlarda bulunan, suç işleyen kişilere karşı da insani görevlerimiz vardır.
Şimdi kişiler değerlendirmede bulunurken eleştiride bulunabilirler. Ancak bu eleştiri saldırıya dönüşmemelidir. Bana öyle geliyor ki bu saldırıların alt yapısında yatan temel unsur, bu ziyaret bahanesiyle başkanlığı ve bunun temsil ettiği güzel dinimiz İslama saldırmaktır. Eleştiride bulunan kişiler bu hassasiyeti de göz önünde bulundurmalıdırlar.
İslam dininin doğru ve sahih kayanlara dayalı olarak öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda Diyanetin çok güzel faaliyetleri vardır. Çevremizde dinin yanlış anlaşılmasının, yanlış yorumlanmasının nelere yol açtığını DAİŞ, El KAİDE gibi örgütlerin yaptıkları vahşetler çok acıklı bir şekilde ortaya koymaktadır. Hal böyle olunca dinin doğru bir şekilde öğrenilmesi, öğretilmesi noktasında, dinden sapmaların önlenmesi noktasında herkesin Diyanete çok yardımcı olması gerekir. Zira beyinlere, kalplere doğru, güzel, insancıl ve evrensel İslam inancı yerleştirilmezse, yanlış bilgiler, hurafeler insanların beyinlerinde, kalplerinde din diye yerleşir, bu da kişiyi topluma faydalı değil, zararlı bireyler haline getirir.
Dini inanç, insanın fıtratında yani yaratılışında var olduğuna göre, dinin aslına uygun olarak öğretilmesi tabii olarak bir kurumun varlığını da zorunlu kılmaktadır. Böyle bir zorunluluktan dolayı 3 Mart 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Diyanet, vizyonuyla, misyonuyla siyaset üstü bir kurumdur. Dolayısıyla hiçbir siyasi parti, dernek, vakıf, medya kuruluşu veya sivil toplum kuruluşu Diyaneti sığ olan ideolojilerine, düşüncelerine alet etmeye çalışmamalıdırlar.
Diyanet, çok geniş hizmet ağına ve personele sahiptir. Birçok kurumun adının bile olmadığı en ücra yerde dahi Diyanetin hizmetleri vardır. Bu kadar geniş hizmet alanına ve kadroya sahip bir kurumda münferit bazı olumsuzlukların ortaya çıkması da mümkündür. Ama münferit bir olay hiçbir zaman Diyanet camiasının çok güzel olan toplumsal faaliyetlerini gölgelememelidir.
Bütün karalama çalışmalarına rağmen Diyanet, Müslüman toplumumuzun göz bebeği ve en değerli kurumudur. Çamur at, tutmazsa izi kalır hesabıyla Diyaneti itibarsızlaştırmak için yapılan bütün çalışmalar da boşa çıkacak. Zira güneş balçıkla sıvanmaz.
Diyanet İşleri Başkanlığı da, günün gelişen durumlarına karşı kendini geliştirmeli, toplumun dini konulardaki ihtiyaçlarını hızlı, doğru ve güvenilir bir şekilde sağlama noktasında daha çok çaba sarf etmelidir. İdareye düşen görev de bu güzel hizmetler için Diyanetin önünü açmalıdır.