(Van'da ilk matbaa, gazete ve kitapevini kuran)
Tahir Alangu diyorki;
   ' Yalçın Kitapçı oğlum. Baban namuslu insandı. Namusun ucuz, şartların çetin olduğu bir yerde senin işin çok zor oğlum'.
Babam İlyas Kitapçı 1909 yılında Van'ın Çatak ilçesinde dünyaya gelmiş. Hayatının büyük Kısmını Van'ın kültür hayatına adayan bir insandı. Hiç tahsili olmamasına rağmen, kendisini yetiştirmiştir diyebilirim. Bu gün hala elimizin altında bulunan kütüphanesindeki okuduğu kitapların bizler çok az bir kısmını okuyabilmiş durumdayız.
    Babam hiç okul görmedi. Babam 8-10 yaşlarında babasını kaybetmiş. İmkânsızlık sebebiyle okula gidememiş. Bunun içinde okuyan insana karşı ayrı bir merakı vardı. Bunları teşvik ederdi yeter ki okuyun derdi. Mesela bizlere küçükken devamlı surette şu telkinde bulunurdu.' Okuyun yeter ki okuyun. Ne bulursanız okuyun. Yere düşmüş kâğıt, gazete parçasını bulsanız bile okuyun.' Derdi.
Okumamanın sıkıntısını çekerdi ve kendisi okumadan hiçbir akşam da uyumadığını hatırlamıyorum.
Kendisi Van'a hizmet etmek için matbaacılığı, gazete çıkarmayı kendine gaye edinmişti ve bunda da muvaffak oldu.
Van'da diyebiliriz ki ilk gazetesini, ilk matbaasını hayata geçiren, yıllarca kültür hayatını ayakta tutan ilk insandı. Bunu yaptığı hizmetlerle de görüyoruz. Bu günkü yerel gazete sahiplerinden bazıları onun enlin altında yetişen insanlardır. Babam Van'da ki ilk matbaayı 1937'de kurmuş Matbaacılığı kıt imkânlarıyla geliştirmiş. Gazeteciliği ve kültürü fevkalade seviyor ve Vana da hizmet etmek, bir şeyler vermek istiyordu. Ancak kendisine maddi imkân sağlayacak kimseyi bulamayınca Haydar Perihan oğlunun de desteğiyle birlikte matbaanın makinelerini alıyorlar.
Matbaayı kurduktan sonra birlikte Van Sesi Gazetesini çıkarmaya başladılar. Babamın ölümümden sonra Haydar Bey bir süre gazeteyi çıkarmaya devam etse de sonraları Van sesi Gazetesi yayın hayatını Remzi Perihan oğlu ile günümüze kadar sürdürdü, halende devam etmektedir. Babam gazeteyi gazete olarak çıkarmıyordu. O zamanın bütün edebiyatçılarını, yazarlarını gazetede topluyordu ve yazı yazmalarını sağlıyordu.
  Van da edebiyatla uğraşan Elmas Tahtacı, Kenan Yalvaç ve Şerafettin Uğurlu tekin gibi eserleri olan insanların hepsinin gazetede köşeleri vardı ve düzenli olarak yazarlardı. Ayrıca tarihçi Yakup Kuşçuoğlu vardı. Ercişli Emrah'ı ilk defa belgeleyen ve yazan insandır. Bunlar babamın etrafında olan insanlardı, bütün gece sohbetlerini beraber yaparlardı.
Babam çok hassas bir, insandı. Toplumun zararına olacak şeylerden kesinlikle uzak durur ve yanlışlıkları yazmaktan da imtina etmezdi. Dinine bağlı bir insandı. O kadarki dininden asla taviz vermezdi. Camide yanlış vaaz veren hoca olduğu zaman onu da eve çağırır, açardı kitapları önüne bırakırdı.' Niye böyle yapıyorsun, milleti niye yanlış yönlendiriyorsun' diye bunu diyebilecek kadar da bilgiye sahipti. Zaman zaman yazdığı yazılardan dolayı şimdilerde olduğu gibi rahatsız olan insanlar vardı.
Bir gece ben evdeki odamda tek başına yatıyordum. Camın kırıldığını hissettim. Sabah kalkıp çevreye baktığımızda da pencerenin altında dinamit gördüm. Babam bu saldırının sonrasında çocuklarının hayatını tehlikeye atmamak için yazılarında daha dikkatli davranmak zorunda kaldı.
Babam Van'da ilk kitap evini kuran kişidir. Rahmetli babam l937'den itibaren kültür hayatına kendini tamamen adadı. Okul kitaplarını getirip satardı. Van'a ilk gazete bayiliğini de o getirmişti. Çalışmalarının bir örneği olan Gazete bayiliği ile ilgili olarak ölümünden sonra İstanbul un sayılı matbaacılarından Bab-ı Âlinin tek sahibi diyebileceğimiz Halil Lütfü Dördüncü, babamın ölümünden sonra aynen şu yazıyı yazmıştı' Bir çok gazete bayisi Anadolu da borçlarını vermezken İlyas o dönemlerde kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde olmasına rağmen, ya telgraf havalesi ile veyahut bizzat gelerek borcunu eda ederdi' Babamın alışveriş yaptığı ve dostluk kurduğu insanlardan da bunları duydukça, memleketine ne kadar sahip çıktığını, çıkarttığı eserlerden de biz bildik, görürdük.
Babam hiçbir gecesini boş geçirmezdi. Ben küçükken hatırlıyorum. Van'ın ilim, kültür yönünden önde gelen şahıslarını evde toplar gece geç saatlere kadar kitaplar üzerinde etüt ederler, tartışırlardı. O zamanları çok iyi hatırlıyorum. Evimize gelen misafirlere ıhlamur hizmetinde bulunurdum. Babam gece çay içmeye kesin müsaade etmez ve sürekli olarak evimizde ıhlamur kaynardı.
Babam vefat ettiği zaman ben 16 yaşında idim, ölümünden sonra koleksiyonları karıştırdığımız zaman onun yaptıklarının görünce bize anlattıklarıyla babamı daha iyi tanımaya başladım.
Rahmetli babam yalnız gazete çıkarmakla kalmayıp Van gölü etrafındaki çevre illerde de teşebbüsleri oldu. 1950'li yıllarda beni de birkaç defa Bitlis'e götürdü. Karayolu ile ulaşım zor olduğu için gemi ile yolculuk ederdik. Bitlis'teki gazeteyi de Adil Şeref han oğlu ile iyi bir dayanışma içerisinde çıkarırdı. Bitlislilerde bu yönden babamı çok severlerdi, alaka gösterirlerdi.
Van sesi Gazetesini çıkarmadan önceydi, Bitlis'ten bir gazete getirtmişti Van'a. Gazetenin ismi de 'Yeni yurt Gazetesi' idi. Bu gazete günlük değil haftada iki gün çıkardı.
  Bu arada Van'da çıkan gazeteler her vilayete giderdi.
Mübadele (Değiştirme) diye her vilayette çıkan gazete ile takas yapılırdı. Mübadele ismi o zamandan kafamda yer etmiş. Gazetede çalışan elemanın işi, gazeteyi ana doluda çıkan gazetelere ile posta ile göndermekti.
1938-1939 yılları arasında Anadolu gazeteleri ile yapılan yarışmada babama ödül olarak iki tane güzel ajanda verilmişti.
Evde o zamandan beri bu ajandaları hatıra olarak saklarız. Ve Gazeteyi o kadar sever ve hizmet ederdi ki, hatırlıyorum Pazar günleri ayda bir eve getirdiği matbaanın baskı makinesinin merdanelerini değiştirip yıkatır, kırmızı mürekkep ile boyardı. Gazetenin başlığını da kırmızı olarak basardı. Gazeteye çok önem verirdi.

    Van'ın kurtuluş günlerinde gazetede 4 sayfadan aşağı düşmezdi. Kurtuluş günlerine ait o günün mana ve ehemmiyetini belirten küçük kitapçıklar bastırır, gazete ile birlikte dağıtırdı. Ayrıca günün anlam ve önemi ile ilgili öğrenci ve öğretmenlerin yazılarına da yer verirdi.
Babam gazete, matbaa ve kitapevini kurmakla yetinmeyip bir de l942 yılında İstanbul da Türkiye'nin sayılı en meşhur tek fotoğrafçısı diyebileceğimiz 'Foto Süreyya'yı Van'a getirip renkli Van albümü yapma girişiminde bulunmuştu.
Yemesi, içmesi, yatması hep evde karşılanmıştı. O imkânsızlıklar içerisinde Van'ın çeşitli yerlerinim resimlerinin çekilmesine yardımcı olmuştu. O zamanlar filmler slâyt ve negatif değil cam film idi. Bunca uğraşıdan sonra 1944'te ilk defa Van'da Renkli fotoğraf albümü 'Doğunun İncisi Van' adı altında yayınlanmıştı. Bu gün hala o albümü çok özel bir şekilde evimizde saklıyoruz.
Babamın diğer bir özelliği de, öğrencilerin üzerinde çok titizlikle durmasıydı. Baştan da dediğim gibi tek amacı kendi çocuklarının ve diğer çocuklarının okumasını sağlayabilmek, onları okutabilmek idi. Gazeteyi çıkartırken öğrencilere de bu kapıyı aralardı.
Her yıl okullar arası gazete adına bir atletizm yarışması düzenlenirdi. Bu yarış aynı zamanda Atatürk Lisesi ile bağlantılı olurdu. Öğrenciler İskele Caddesi üzerinde yarışırlardı.
Yarışlarda dereceye girenlere o günün durumuna göre öğrencilere ya saat ya da kitap hediye ederek, hem teşvik eder ve hem de destek olurdu. O dönemin öğrencilerinin çoğu zamanlarını matbaada geçirdiklerini de çok iyi hatırlarım.
Diğer taraftan Üniversitede okuyan Vanlı öğrenciler ile de çok ilgilenirdi. Bir defasında rahmetli olmuş (İsim vermeyeyim) Bir Profesör Ağabeyimiz beni İstanbul'a çağırdı ve aynen şöyle söyledi: 'Vanlı bazı hemşerilerimiz bizi öğrenciyken görüp yüzlerini çevirirken, baban gelir bizi Üniversite kapılarında bekler çıktıktan sonra beraber giderdik.
Gezdiği yerle götürür, yemeklerimizi yedirir, kitaplarımızı alır ve bize adeta kol kanat gererdi'.
1960 ihtilalı idi dönemin askeri Van Valisi Fikret Ersanlı idi. Vana Vali olarak atandığında 'İlyas'ın çocukları var mı? Diye bir gün bizi istemiş. Beni götürdüler, gittim. Oturttu makamına falan. Babamdan şu şekilde bahsetti. Dedi ki: 'Ben bu gün bu noktada bulunuyorsam Van'a vali olarak atandıysam bunda babanızın payı çok büyüktür. Çünkü geçmiş yıllarda ben Van'da Üsteğmen olarak görev yapıyordum.
Bir gazete bile bulamazken, biz babanızın kitaplarını evde okurduk. Babanla beraber bir birikimimiz oldu yani. Beni çok güzel noktalara götürdü. İşte buraya gelmem de babanızın payı olduğunu biliyorum.
Bu bakımdan kapım açıktır sizlere' dedi. Bize de kol kanat germişti.
Babam Van'a çok düşkündü. Hatta son zamanlarda Akdamar Adasının ayakta kalmasına sebep olanlardandır. Kendisinin de payının büyük olduğunu sonradan Yaşar kemal'den öğrendim.
Yaşar Kemal yazmıştı bir dergide. Sonra kendisi ile görüşmemde, dedim ki 'Van'a hizmetiniz olmuş, kiliseyi böyle yıkılmaktan kurtarmışsınız'. Yok dedi. 'Bundaki tek pay senin babanındır' dedi ve anlattı. 'Ben genç bir gazeteciydim. Van'a geldim. Babanı çok sıkıntılı bir hal içerisinde gördüm.
Üzüntüsünü sordum. 'Adadaki Kiliseyi yıktırıyorlar, yıkılmaması, için mücadele ediyorum' dedi. Baban bana, 'Durdursa durdursa bunu Nadir bey durdurabilir. Nadir Beye telefon edip durumu anlatalım' dedi. 'Olur' dedim ben de. Babam o zamanlar Cumhuriyet Gazetesinin Van Muhabiriymiş. Nadir Beye telefon etmişler, Nadir Bey de üzülmemelerini, bu işi Milli Eğitim Bakanı Avni Başman ile halledeceğini söylemiş.
Gerçekten de 25 Haziran 1951 günü Avni Başman Bey Vali beye bir telgraf çekerek yıkımın durdurulmasını sağlamıştır.
Babam devamlı okumamız için çırpınırdı. İstanbul'a gittiği zamanlar herkes çocuğuna oyuncak, giysi getirirken bize sandıklar dolusu kitap getirirdi, bizlere okuturdu. 'Okuyun bana anlatacaksınız ' derdi. Bizde okuduğumuzda hikâyeleri babama anlatırdık.
Bir gün İstanbul'da Gazetecilik okuluna gitmiştim. Orada bir konferans vardı. Bu arada geçmiş yıllarda babamın gazetecilik yaptığı dönemlerde edebiyat Öğretmenliği yapan Tahir Alangu konferans veriyordu. 3 ciltlik bir eseri vardı. 'Cumhuriyetten Sonraki Türk Edebiyatı Tarihi hikâyeciliği' ile ilgili kitabı da elimdeydi. Konferans sonrası konuştuk. Vanlı olduğumu duyunca sordu. 'Kimlerdensin' diye. 'Ben İlyas Kitapçı'nın oğluyum' deyince tuttu kolumdan, kitabı da görünce çok memnun oldu.
Kitabı aldı elimden ben hiçbir şey söylemeden kitabın kapağına şunu yazmıştı. 'Yalçın Kitapçı oğlum. Baban namuslu bir insandı. Namus ucuz, şartların çetin olduğu bir yerde senin işin çok zor oğlum' diyordu. Kitabı böyle imzalayıp bana vermişti. O dönemin bütün kültür hayatı ile ilgili yazarlarıyla güzel görüşürdü. Gazete patronlarıyla güzel diyalogu vardı.
Biz hep babamızı örnek aldık.
Tabi bizde okula başlamadan önce matbaa mürekkebinin kokusu içinde büyüdük. Matbaanın kolunu çevirir, makinenin gazete basan kısmına yardım ederdik. O bizim de kafamıza işledi. Babamı bu meslek çok yordu. Hatta son zamanlarında; 'Size vasiyetim olsun. Ömrünüzün sonuna kadar sakın ola bu meslekte kalmayasınız. Gazetecilik sizi de bitirir' demişti.
'Hayata atılıp ticaretle uğraşırsanız veya bir iş yaparsanız, ne iş olursa olsun. İster gömlek satın, ister kasaplık yapın, Kitap satışı reyonu yapın ama dükkânınızın bir kenarına muhakkak bir kütüphane yapın. Kitap satışı reyonu yapın.

Muhakkak kitap olsun' sözü ise bir başka tavsiyesi idi. Babamın kitaba karşı aşırı bir ilgisi vardı. Dostluklara çok değer verirdi.
Bizlere de 'İnsanlara değer verin. Saygılı olun' hep bizlere bunu telkin eder doğru yaşamayı söylerdi.
İlyas Kitapçıyı Van'a yaptığı hizmetlerden dolayı minnet ve şükranla yâd ediyoruz.

*Dünyada Van Dergisi sayı 23
2006 Yılında Selahattin Aktaş'ın Yalçın Kitapçı ile yaptığı söyleşi.