Dinimizin beş temel şartından biri olan Zekât, kelime olarak artma, çoğalma, nemalanma ve temizlik manasına gelmektedir. Dini bir kavram olarak da zekât, Müslümanın belli bir miktara ulaşan malının yine belli bir kısmını Allah rızası için belli kişilere tasadukta bulunması demektir. Yani bir Müslüman asli ihtiyaçları dışında 80,18 gram altın değerinde bir paraya sahip olur ve o malın üzerinden bir yıl geçerse 1/40'ını yani %2,5'ini zekât olarak vermek gerekir.

Zekât, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Bu şu demektir: zekât, insanların isteklerine bırakılmış bir şey değil Allah'ın kesin emridir. İnkârı küfürdür. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah Kur'anı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de iffetinden dolayı istemeyen fakirin de hakkı vardır"

Zariyat 51/19)

Bu ayeti kerime fakirin hakkının zenginin malı içerisine konulduğunu açıklamaktadır. Bu şunu gösteriyor zekât, zenginin fakire bir ikramı değil, fakirin zengindeki hakkıdır. Dolayısıyla zengin kişi zekatını vermediği zaman fakirin hakkını gasp etmiş oluyor.

Yüce Allah insanları imtihan için yaratmıştır. Bu imtihanın bir hikmeti olarak da kimi insanları fakir, kimisini zengin, kimisini akıllı kimisini akılsız, kimisini sağlıklı kimisini hastalıklı bir şekilde yaratmıştır. Kimi insan çok çalışır ama az kazanır. Kimi insan az çalışır ama çok kazanır. Bu da malın Allah vergisi olduğunu açıkça göstermektedir.

 Tabi ki, kul olarak bizlere düşen her hal ve durumda Allah'a şükretmek ve imtihanı başarmaya gayret etmektir. Şunu da unutmamak gerekir, çok mal sahibi Allah katında çok değerlidir demek değildir. Kişilerin Allah katındaki değeri, onların mallarına, mevkilerine göre değil, takvalarına yani günahlardan sakınma ve Allah'ın emirlerini yerine getirme ölçüsüne göredir.

Zekât ve sadakalar malda eksiltme değil, o malın bereketlenmesine ve adeta sigortalanmasına vesile olur. Yüce Allah'ın verdiği her türlü nimete şükretmek gerekir. Her nimetin şükrü de kendi cinsinden olur. Malın şükrü de mal ile olur. Yani zekât ve sadakayı vermekle olur. Bu hakikati de Yüce Allah şöyle açıklamaktadır: "Rabbiniz: "Şükrederseniz and olsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki, azabım pek çetindir" diye bildirmiştir" (İbrahim 14/7). Bir malın zekâtı verilmediği zaman o mal bir yerden zarar görür ama sahibinin belki bundan haberi bile olmaz.

Peki, zekâtı verilmesi gereken mallar nelerdir? Nisap miktarına, yani 80 gram altın değerine ulaşan her türlü paralar, ticaret malları, altın ve gümüş, belli bir ölçüye (nisaba) ulaşan hububat, belli şartlarda ve sayıdaki hayvanlar da zekâta tabidir. 

FİTRE ZEKATI:

Bedenin zekâtı olarak kabul edilen Fitre de Ramazan ayında veya en geç bayram gününde ödenmelidir. Fitre oruçtaki eksiklikleri telafi ettiği gibi, fakir Müslümanların da bayram sevinci yaşamalarına da vesile olmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Abdullah b. Ömer (ra) şöyle buyurmaktadır: "Resulullah (sav) fıtır sadakasını Müslümanlardan hür-köle, büyük-küçük, kadın-erkek her şahıs üzerine farz kıldı" (Buhari Zekât, 70,71,73). Fitre, bir kişinin bir günlük ortalama bir şekildeki nafakasıdır. Bu sene Diyanet İşleri Başkanlığı fitre miktarını 28 TL olarak açıklamıştır. Fitremizi ve bakmakla mükellef olduğumuz kişilerin fitrelerini de mutlaka bayram öncesi vermeyi de unutmamamız gerekir.

Allah'ın kendisine lütfettiği malın zekatını vermeyen kişilerin ahiretteki cezası da çok ağırdır. Bu konuda da Resulullah (sav) şu uyarıda bulunmaktadır : "lütfettiği verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür."

 (Müslüm Zekât 24)