Oruçtan başka her şey..
Hayat her gün yenileniyor ve tazeleniyor.
Gündemimize yeni kavramlar ve yeni düşünceler giriyor.
Zamanın ruhu değişiyor. Doğru okuyamayanlar, cılız ve yavan kalıyor.
Haliyle bu ruhu okuyamayan idareci ve yöneticiler sınıfta kalıyor ve bu olumsuzluk bütün kesimlere yansıyor.
İşte asıl gerçek de burada devreye giriyor.
İşi ehline verme, görevi liyakat sahibine verme, böyle olursa zaten adalet olur sorunlar en aza düşer, şov ve riyakârlık, gösteriş olmaz.
Mübarek ramazan ayına girdiğimiz günden beri hatta hayatımızın her alanında, ramazan ayına neredeyse kimsenin dilinden düşmeyen paylaşma, dertlilerin sıkıntısını giderme, yoksulları gözetme, yetimleri ziyaret etme, bütün sıkıntı çekenlerin dertleriyle dertleşme ayı derler bu aya.
Bu nasıl paylaşma Allah aşkına, neyi nasıl paylaşıyoruz, kiminle paylaşıyoruz. İstisnalar hariç komşusunun derdini soran var mı?
Gidip komşusunu anlayan, nedir sıkıntınız diye zahmette bulanan kaç kişi var.
Bir kesimi çok zengin, bir kesimi günlük ekmeğini çıkarmanın derdine düşen tam da kapitalizmin ruhuna uygun düşen eşitliği olmayan bir toplum var.
Bunun yanında her şey hakkıyla yapılamazsa; ihalaleleri şehirde sadece üç beş kişi götürürse, her yıl hep aynı yolların yapılıp kazılır ve onarılırsa bir ilde adalet nereden beklenir?
Peki, hiç sorgulayan var mı sessiz sedasız işi alanlar kendi keyiflerine göre nasıl işi götürüyorlar?
Halk perişan, tozun dumanın toprağın içinde her yaz mevsimi böyle kimin umurunda, hiç kimsenin.
Bu işler yapılırken kamuoyu bilgilendiriliyor mu? Hayır, çünkü halka kıymet verilmiyor ki.
Umudumuz birkaç belediye olmuş; İnşallah bu kötü alışkanlığı değiştirirler…!
Vatandaşlar yıllardır aynı çileyi çekiyor. Paylaşma dediğiniz bu mu? Zengin zengini davet ediyor iftara; gülerler size yesinler sizin paylaşma algılayışınızı.
Tanımaz isek yutturacaksınız bizlere ramazan ayının paylaşımcı muktedir Müslümanları.
Paraların ne kadar boş yerlere tekrar tekrar harcandığı ortada paylaşma dediğiniz nedir peki?
İftar sofralarındaki yemekler derseniz ayıptır derler sizlere.
Bu kadar sosyal adaletsizliğin olduğu bir toplumda günlük karın tokluğu ile geleceğe nasıl bir topluluk hazırlanır ki.
Bir kişinin hakkını dokuz kişiye dokuz kişinin hakkının bir kişiye verildiği bir toplumda hangi paylaşmadan bahsedilebilir ki.
Bir topluma balık tutmayı öğretemeyen bir anlayış balık yemekle nasıl tehlikeli bir toplum inşa ettiğinin farkında mı acaba?
Yıllardır sosyal yardımlaşma derneğinin (SYDV) yardımları ile ayakta duran geçimini sağlayan bir topluma dağıtılan kömür ve gıda yardımlarına harcanan paralar ile geleceğe yönelik yatırımlar yapılsa, fabrikalar kurulsa, hem işsizliğin önüne geçilir, hem de gözü başkasının elinde olmayan kendi ayakları üzerinde duran meslek sahibi gençler yetiştirmiş olmaz mıyız sizce?
Bu politikalar günü kurtarma, beraberinde dönemin yâda sürecin idarecilerini kurtarma politikası değil de nedir.
Şimdiki gençler bakıyor her şey devletten geliyor gıda, kömür, çocuk parası, yeşil kart ile de sağlık hizmetleri vs. oh be var mı bu gençliğe iş yaptıracak babayiğit? Yok tabii.
İşverenler bu gençleri sigortalı yapamıyor, sebebi ise sigortalı olsalar SYDV den gerekli şekilde yararlanamayacaklar.
Peki, devlet yardım etmemeli mi? Tabii ki devlet, sosyal devlet olma gereğini her halükarda yerine getirmeli, ancak önce bu topluma meslek öğretmeli, dilenciliğe alıştırmamalı. Ve iş alanları yaratmalı.
Zaten yapılan yardımları da devlet yapmıyor, AB bize gönderiyor devlet yarısını kesiyor yalanlarıyla toplumu devlet düşmanı eden art niyetli kesimlerde cabası.
Şehir merkezine bakın, gençlik ne halde; işsiz bomboş sokaklarda dolaşan, okumayan, dünyada olup bitenlerden haberi olmayan, bırakın dünyada kendi yaşadığı şehri bile tanımayan, anlamayan bir gençlikten, yuva ve aile yapısı nasıl oluşur.
Aile mefhumundan yoksun bir şekilde ne zaman ne yapacağı belli olmayan, evine ailesine gerekli zamanı ayırmayan, aile kıymeti bilmeyen, hayatın gerçekliğinden yoksun bir gençlik hâkim.
Bu hayattan nasıl kurtarılacak bu gençlik? Neyi paylaştınız bu sorunlu gençlikle.
Mahallelere çıkın ve bakın inanın çok yoksul aileler var. Vicdanı olanlar o yoksulluk karşısında çaresiz kalacaklardır ve gözyaşlarını tutamayacaklardır. Buna inanıyorum Van'da bu nasıl olur bu yoksulluğun yaşandığı il Van mıdır? diye kendi kendilerine soracaklardır.
Acaba Somali' demiyiz diye kendisine soranlarda olacaklardır muhtemelen.
Adres vereyim erek dağının etekleri Karşıyaka bizlerin (Haçort) diye tabir ettiğimiz, Bey Üzümü gibi mahalleler çoğunlukta olmak üzere böylesi yoksul aileler bulabilirsiniz.
Yani iftar çadırlarına gelemeyen gelmeyi bilmeyen birçok hakkını arayamayan fakir aile var.
Sadece samimi olup gidip görmekle ve çözüm üretmek ile bitecek bir sorundur. Ekran karşısında gazetelerde poz vererek şovla olmuyor paylaşmak.
Asıl paylaşmak sosyal adaletsizliğin giderildiği, hakkını arayamayanlarında hakkının arandığı, 10-15 zenginle bir ilin yönetilemeyeceği ve aynı zamanda yürütülemeyeceği, her kesimin gözetildiği, araştırılıp bulunduğu, sadece zenginlerin korunmadığı, insan olarak herkese eşit davranıldığı, idareci ve yöneticilerin gözüne girmek için etrafında dönen yalakalık yapanların, sadece kollandığı bir toplum olmaktan çıkarsak ancak o zaman paylaşmadan bahsedebiliriz.
Bir kesim insanın lüks içinde yaşaması çocuklarını en paralı okullarda okutmanın uğraşı içinde olması, diğer taraftan evine ekmek bile götürmeyen insanlar var.
Peki, sormak lazım biz neden bu hale geldik nasıl getirildik, bizim bu adaletsizlikte hiç mi payımız yok? Çok var çoook!
Başınıza gelenler kendi elinizle yaptıklarınızdan dolayıdır ilahi sözü bizim için hayatımız boyunca yapacaklarımızdan ve yaptıklarımızdan ne kadar mesul olduğumuzu gösteren bir gerçektir.
Neyi paylaşacağımızın sorusuna gelince, insanlar en çok neyi seviyorsa onu paylaşmalı.
Dolayısı ile çoğunluğu cebindeki parayı çok sever evet kendi cebindeki parayı vermedikçe paylaşmak olmaz.
Lüks araçlara binenleri ölçü almak bizi yanlışa götürür.
Bisiklete bineni düşünmek bize insanlığımızı hatırlatır kanaatimce.
Hedef düşüncede büyük olmalı, yaşamda adaletli olmalı.
Kazandıklarımızı doğru paylaşmaz isek haksız kazancın ne olduğunu anlayamayız.
Dolayısı ile haksız kazanca zemin hazırlayan politikalardan ve zafiyetleri ortadan kaldıracak dik duruşlu yöneticiler gerekli.
Kısaca Kur'an, rahmet, merhamet, paylaşma ayı olan ramazan ve bütün yılı, zillet işkence zulüm haksız ve adaletsizliğe terk etmeyelim.
Varın adını siz koyun yapılanlar zulüm mü paylaşma mı?
Gerçekte biz birlikte değil, birbirinden haberi olmayan bir şekilde yan yana yaşamışız, yani birlikte yaşama iradesi olmamış topluluklara dönüştük. Bundan sonra bu olmamalı bence. Birlikte yaşamak ile yan yana yaşamanın ayrıntısını ve anlamını yaşayarak öğrenen bir toplum olmalıyız.
İnşallah ramazan her birey için gerçek bir paylaşma ayı olur. Birbirimizi davet ettiğimiz; fakiri, yoksulu görmezlikten geldiğimiz ay olur. Yani adına uygun Kur'an ayı olur buda ancak yaşayarak uygulamalarla olacaktır kuşkusuz.