İnsanın dünyadaki varlık sebebi Yüce Allah'ı tanımak ve O’na kullukta bulunmaktır. Öncelikle Müslüman olarak imanla beraber ibadetlerle de mükellefiz. İbadetler arasında da en önemlisi dinin direği namazdır. Namaz da gelişi güzel, keyfimize göre değil, Yüce Allah'ın emrettiği ve sevgili Peygamber efendimiz (sav)’in gösterdiği şekilde olmalıdır.
Namazın geçerli olması için yerine getirilmesi gereken farzları vardır. Bunlardan bazıları namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gerekir ki, bunlara namazın şartları denir. Bunlar; abdestli olmak, vücudun, elbisenin, namaz kılınan yerin temiz olması, vücudun örtülü olması, kıbleye yönelmek, her namazı belli olan vaktinde kılmaktır. Namazın içindeki farzlarına da namazın rükünleri denilir. Bunlar da; namaza niyetle başlamak, tekbir getirmek, ayakta durmak, Kur’an (fatiha suresi) okumak, rukua eğilmek, secdeleri yapmak, teşehhüd yapmak, selam vermektir.
İşte namazın şartlarında veya rükünlerinde bir eksiklik olduğu zaman o namaz geçersiz olur. onun için Müslüman namazını bu şartlara riayet ederek ve aynı zamanda bu farzların dışında peygamber efendimiz (sav)’in sünnetlerine de uyarak tadili erkana uygun bir şekilde namazını huşu ile huzur içinde eda eder.
Görüldüğü gibi rükua eğilmek, secdeleri yapmak, teşehhüde oturmak namazın geçerlilik şartlarındandır. Kişini aklı başında olduğu sürece hiçbir iş, çalışma, hastalık, engellilik namazı terk etmeye sebep olamaz. Kul hiçbir durumda Allah ile irtibatını da koparamaz. Onun için namaz asla terk edilmez.
Gelelim sandalyede namaza? Sevgili peygamberimiz (sav) bunun cevabını da aslında bizlere daha 1400 yıl önce bildirmiştir. Kişi eğer ayakta namazı kılamayacak kadar hasta ise oturarak kılar. Oturarak kılamıyorsa uzanarak kılar. Bu şekilde de kılmaya gücü yetmiyorsa baş-göz işaretiyle kılar. Prensip bu şekildedir. Peygamber efendimiz (sav)’in gösterdiği uygulamada sandalyede namaz diye bir durum yoktur.
Dinimizde gücünün üstünde bir mükellefiyet söz konusu olmadığına göre, temel olan ayakta usulüne uygun olarak namaz kılmaktır. Ayakta duramıyorsa oturarak, oturamıyorsa da uzanarak namazını kılar. Eğer gerçekten de oturamıyorsa o zaman bir zaruret olarak sandalyede namazını kılar.
Tartışmaya sebep olan, aslında gerçekten hastalığından dolayı sandalyede namaz kılmakta değil, ihtiyacı olmadığı halde, çarşı-pazarı dolaşırken veya çalışırken dizinin, belinin, ayaklarının ağrısını duymayan kişilerin iş namaza gelince hastalığının aklına gelmesi ve bu en büyük ibadet olan namazı istismar etmesinden kaynaklanmaktadır. Şimdi kişi karşısındakini kandırabilir. Kendini de kandırmaya çalışabilir. Ancak içimizi, dışımızı, yaptığımızı, yapmadığımız her şeyi bilen Yüce Allah’ı kandıramaz. Hal böyle olunca sandalyede namaz kılanlar neyi kime karşı yaptıklarının bilinciyle hareket etmelidirler. Eğer son çare sandalyede namaz kılmak ise iş tamamdır. Söylenecek bir şey söz konusu değildir.
Ancak görünen bu işin çığırından çıktığı, secde ve rukuunu yapabilecek durumda olan çok kişininde sandalyede namaz kıldığı görünmektedir. Tabi böyle bir durum da İslamın ruhuna uymaz. Hele hele camilere sabit oturaklar yerleştirmek, camileri başka yerlere benzetmeye çalışmak da İslamın ruhuna ters düşer. İbadetlerimizi Resulullah (sav)’in gösterdiği şekilde yapalım ki ibadetlerimiz gerçek manada ibadet olsunlar.