Suriye Arap Cumhuriyeti, 1. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar tarafından Orta Doğu'yu şekillendirme süreci ortaya çıkan bir devlet olarak tarih sahnesine girmiştir. Bu devlet, sınırlar içinde birçok farklı din, etnik grup ve mezhepten insan topluluklarını barındıran karmaşık bir yapıdadır.
Ancak bunlardan dolayı çeşitli zorluklarla karşı karşıya gelindi, emperyalist güçlerin hedefi oluştu ve demokratik bir hukuk devleti olma süreci başarısızlıkla sonuçlandı. Küçük bir azınlık tarafından yönetilen bu devlet, halkın geneline hitap eden bir yapıya dönüşmemiştir.
Suriye'nin Zorlu Tarihi ve İsrail ile Mücadelesi
Suriye, kuruluş yıllarında zorlu ekonomik koşullarla boğuşurken, 1948'de Filistin topraklarında kurulan İsrail devletinin yaşattığı zulümler nedeniyle büyük acılar çekmişti. Arap milliyetçiliği fikri üzerine inşa edilen Suriye, İsrail'i en büyük tehdit olarak görülmüş ve bu tehlikeye karşı Arap dünyasında lider bir rol üstlenmiştir. Bu süreçte 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarında toprak kaybına rağmen önemli bir savunma sergileyerek İsrail'in bölgesel hızla güçlenmesini engellemiştir. Filistin meselesinde kararlı bir tutum sergileyen Suriye Arap Cumhuriyeti, arap halkları ve Müslümanlar için önemli bir direniş simgesi haline gelmişti.
Esad Rejiminin Getirdiği Çöküş
1960'lı yıllardan itibaren Hafız Esad'ın egemenliğinde Suriye giderek otoriter bir rejimin kontrolüne girdi. 1970'te "düzeltme hareketi" adı altında iktidara gelen Hafız Esad, başlangıçta bir istikrar dönemi vaadiyle halkın oylarını kazandı. Ancak bu yönetim, özgürlükleri baskılayan, ayrımcı politikaları uygulayan ve tüm kurumları kendi kontrolüne alan bir diktatörlüğe dönüştü.
Hafız Esad, devletin kilit noktalarını Nusayri azınlığın elinde toplarken, diğer etnik ve dini grupları kendi içinde sistemli olarak marjinalleştirdi. Kürtler, Sünniler, Türkmenler ve diğer gruplar, rejimin baskıcı politikalarının hedefi haline geldi. Özellikle Sünni çoğunluğa karşı uygulamış olduğu, toplumsal baskıyı derinleştirirken, diğer taraftan meşruiyetini de sürdürmeye devam etmiştir. Bu dönemde özgürlük neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı; Siyasi muhalifler ve aktivistler ya hapsedildi ya da ülkeden kaçmak zorunda bırakıldı.
2000 yılında Hafız Esad'ın ölümünün ardından oğlu Beşar Esad iktidara geçti. Beşar Esad, başlangıçta reform vaatleriyle iş başına geldi. Fakat kısa sürede daha önce inşa edilen baskıcı yönetim anlayışına devam etti. Bu süreçte Suriye genelinde halkın demokratikleşme talepleri, güvenlik güçlerinin acımasız müdahaleleriyle bastırıldı. Özellikle 2011 yılında başlayan Arap Baharı protestolarına karşı rejimin sert tepkisi, ülkenin iç savaşa sürüklenme sürecini başlatmış oldu.
Bu dönemde rejim, sadece muhalefeti değil, halkın genelini hedef alan yeni bir savaş başlattı. Yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine, yerinden olmasına ve şehirlerini terk etmesine yol açtı. Bu acımasız savaş, Suriye'yi sosyal olarak derinden sarstı ve halkın devlete olan güvenini tamamen yok etti. Böylece Esad rejimi, sadece baskı ve korku üzerine inşa edilmiş bir sistem değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir yönetim anlayışını benimsemiş oldu. Bu kötü yönetim anlayışı, ülkenin iç savaşlara sürüklenmesine ve uluslararası arenada yalnızlaşmasına neden oldu. Bu kötü gidişatla birlikte, 8 Aralık 2024'te Suriye hükümetinin muhalif güçlere yenilmesini kabul etmesine zemin hazırladı.
Yeni Suriye'nin Karşı Karşıya Olduğu Zorluklar
Esad rejiminin yarattığı derin tahribatı onarmak ve ülkeyi yeniden inşa etmek, muhalefetin önünde duran en büyük görevdir. Bu süreçte iki temel zorluk öne çıkar:
Toplumsal Birliği Sağlamak
Beşar Esad rejimi, halkın temel hak ve özgürlüklerini baskı altına alarak, farklı etnik ve dini yapılar arasında ayrıma giden, ötekileştiren bir yönetim anlayışını benimsemiştir. Sünni, Alevi, Kürt, Türkmen ve Arap gibi Suriye'nin gerçek halklarının aralarındaki mesafeleri açmış, ülkenin derin bir kutuplaşmanın içine sürüklenmesine yol açmıştır. Uzun yıllar süren bu ayrımcı politikalar, halkın devlete olan güvenini sarsmış, toplumsal bağları koparmış ve ülkeyi yönetilemez hale getirmiştir.
Suriye reijiminin bu durumu, Arap Baharı sürecinde halkın kitlesel tepkisine yol açmış ve Suriye rejimi beklenmedik bir iç savaşla sarsılmıştır. Bu durum karşısında Beşar Esad baskıcı yönetim anlayışını halka karşı daha da şiddetlendirerek kitlesel ölümlere ve göçe yol açmıştır.
Yeni Muhalifetin Görevleri
Suriye'de diktatörlük rejiminin sona ermesi, ülkenin önünde büyük bir fırsat kapısı açılması da, aynı zamanda tüm coğrafyaya ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Muhalefetin demokratik hedefi, toplumsal birliği yeniden tesis etmelidir. Bu süreçte en önemli iki zorluk, halk arasında birlik sağlamak ve yeni bir yönetim anlayışı inşa etmektir:
1. Toplumsal Birliği Yeniden İnşa Etmek:
Şuriye'de uzun yıllardır devam eden keskin ayrımcılığın bir sonucu olarak ülke parçalanmış, halkı ötekileştirilmiş gerçeğini gözardı etmemek gerekir. Yeni yönetimin en büyük sorumluluğu parçalanmış, gruplara ayrılmış Suriye halkını yeniden bir araya getirmektir.
2. Demokratik Bir Yönetim Anlayışı Geliştirmek:
Esad rejiminin geçmişte yaptığı antidemokratik uygulamalara hemen son verilerek ülke çapında hukukun üstünlüğüne dayalı yeni bir sistemi inşa etmek zorunludur.
Geleceğin İnşası
Yeni Suriye yönetimi, Suriye'de halkın yaşadığı sıkıntıları gözönünde bulundurarak, sosyal hukuk devleti çerçevesinde devlet kurumlarını inşa etmeli ve halkın güvenini yeniden kazanma yoluna gitmelidir.
Suriye halkı, uzun yıllar kendisine dayatılan ölüm seçeneğini ve yoksulluğu geride bırakarak, barış, adalet ve özgürlük içinde bir geleceğini tesis etmeyi hak etmektedir. Bu hedefe ulaşmak için halkın, özellikle gençlerin, iş birliği yapması ve kararlılıkla hareket etmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Suriye'nin yeniden kurulması, bölgesel barışa ve toplumsal kalkınmaya katkı sağlayacak bir ülke olma potansiyeline ulaşılabilir.