Dünya hiç bu kadar sıkıntılı duruma gelmemişti. Yazmak bile gelmiyor içimizden.
Savaşlar, açlıklar, güçlülerin güçsüzleri ezdiği bir düzen.
Dünyaya geliş gayesinin unutulduğu, sokaklarda gözlerin gördüğü birçok şeyin yanlış olduğu bir devir.
Sevgilerin azaldığı, saygıların yok denecek kadar tükendiği bir asır.
En tatlı evlatların bile dünyayı, hayatı, yaşamı sevdiremediği zamanlar.
Polis, itfaiye, ambulans sirenlerinin aciliyeti bile kimseyi kendine getiremiyor.
Bozulan şehirler, ilçeler, mahalleler ve köyler. Samimiyetin bittiği, görselliğin ön plana çıktığı bir dönem.
Bir kişiye selam verdiğinde düşünüp öyle aldığı veya dalgınlıktan dolayı selamı bile alamadığı devir.
Offların eksik olmadığı, kalp ritimlerini bozan bakışlar. Dinlemeden, anlamadan, idrak etmeden yapılan lak laklar.
Sükûtun altın olduğunun unutulduğu, boş sözlerin havada cirit attığı demler.
Konuşmanın çözüm olmadığı, susmanın yanlış anlaşıldığı haller.
Yanlış duruşlar, hatalı yürüyüşler, sıkıntılı giyim-kuşamlar. Uyarmanın en masum halinin bile kâr etmediği anlar.
Maziden ders, ölümlerden ibret alamayan mahlûkat…
Dünya malı gözlerde perde; ev, araba, yat.
O yüzden biraz daha sebat, sebat, sebat…